Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

8 Kasım 2016 Salı

1864

"I Am Dina / Lanetli Kadın” ve “Deliver us from devil / Bizi Şerden Koru” gibi filmleriyle ülkemizde de tanınan ve sevilen Danimarkalı yönetmen Ole Bornedal, ülkesinin tarihinin en büyük faciasını konu alan epik bir dizi ile huzurlarımızda. 8 bölümden oluşan “1864”, Danimarka ile Alman konfederasyonu (Prusya ve Avusturya) arasında gerçekleşen ikinci Schleswig Savaşı'nı, öncesi ve sonrasıyla birlikte işliyor.

Dizinin altını çizmek gereken ilk özelliği geniş hacmi: Klasik romanların yaptığı gibi aşk, ailevi ilişkiler, asker olma psikolojisi, vatan sevgisi gibi temaları, türlü çeşitli karakterler aracılığıyla işliyor (Ki aralarında toprak ağasının oğlu, kahyanın kızı, hatta Danimarkalı ve Alman siyasetçiler de var) ve günümüzle 1864 yılı arasında gidip geliyor.

Kendi kurduğu yapıda Bornedal’ın gözettiği en önemli faktör denge: Aşk veya arkadaşlık sahneleri de çatışmalar kadar iyi tasarlanmış ve çekilmiş… Böylece dizinin tamamı –en azından bu tür işleri sevenler için- başyapıt düzeyine çıkabilmiş. 

5 Kasım 2016 Cumartesi

Benim Hikayem

Leonard Cohen'in nefis ötesi şarkısı "I'm Your Man", "Barney's Version" filminde hoş biçimde kullanılmış. Paul Giamatti'nin her zamanki ustalığıyla oynadığı Barney, takma isim kullanarak, eski karısının hazırladığı radyo programına istek parçası gönderiyor, "senin erkeğin benim, senin için  her şeyi yaparım, bana geri dön" demek istiyor. Ama kadın zeki ve de kararlı, "avcunu yalarsın" mealinde bir şarkıyla yanıt veriyor:)

Venedik'te Altın Aslan için yarışan film hoş bir komedi-dram, adı üzerinde, Barney'nin yaklaşık 35 yılının hikayesi. Çılgın gençliğinden ölümüne değin tüm önemli olaylara değiniyor. Giamatti, Altın Küre'ye aday oldu, nefis makyaj çalışması ise Oskar'a. Senaryo genelde hayat, özelde kadın-erkek ilişkilerine dair düşünmek için epey imkan veriyor.

Ama film sadece Dustin Hoffman için bile izlenebilir, o derece yani... İnsanın içine işleyen "hayat kırdı beni" bakışı, bu kez oğlunun evleneceği kızın ailesiyle yemek sahnesinde.

The Raven

Küçük bir Fransız kasabasında, önde gelen isimler “Karga” imzalı mektuplar almaya başlar. Genellikle sırlarını içeren, bazen tehdit eden Karga kasabada huzursuzluk yaratır. Kapalı kapılar ardında olup biten her şeyi biliyormuş gibi görünen bu gizemli şahıs, bazen yolsuzlukları, bazen gizli romantik ve/veya cinsel ilişkileri afişe etmekte, insanları belli kişilere tavır almaya zorlamaktadır. Mektupları alanların bir kısmı, amacı bu olmasa da Karga’nın onlara yeni bir silah verdiğini düşünüp bu yönde harekete geçerken, bir mektup yüzünden bir intihar yaşanınca yetkililer, suçluyu bulup tutuklamaya uğraşırlar.

Henri-Georges Clouzot’nun yönettiği film, 1920′lerde yaşanmış bir olaydan hareketle yazılmış. Her şeyiyle çok başarılı olan “Le Corbeau”, Fransa’nın Alman işgali altında olduğu dönemde çekildiği için uzun yıllar hak ettiği üne kavuşamamış. Bilginin iyi ve kötü niyetlerle kullanılabilecek önemli bir silah olduğunu hatırlatan film, güce odaklı ilişkilerin dengesinin nasıl kolayca bozulabildiğini göstermesi bakımından da ilginç ve önemli.

Dünden Sonra Yarından Önce

Kendi özgü bir yapısı, özel de bir hayran kitlesi olan filmlerimizden biri...


Yıllar sonra tekrar izlediğimde Eriş Akman'ın senaryosunun ne kadar “öğretici” olduğunu fark edip şaşırdım: “Bir ilişkide uzak durulması gereken hatalar” başlıklı bir kitabı okur gibi, notlar alarak izlemenizi öneririm; kadının (Zuhal Olcay) hayat içindeki duruşu ve hedefleri neler, bu yaşam biçimi erkeğin (Akman) duruşuna ne kadar uyuyor, aralarındaki uyumsuzluk neden ve nasıl büyüyor, bunları inceleyerek ilişkilerinize dair çok şey öğrenebilirsiniz.

Akman, Olcay ve Sedef Ecer'in oyunculuğu ve Nisan Akman'ın yönetmenliği de senaryo kadar usta işi ve dengeli...