Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

3 Kasım 2014 Pazartesi

Carné: “Çatıdaki bir uyurgezer”…


Bu dönem Türk sinemasına çeşitli açılardan örnek oluşturabilecek Şiirsel Gerçekçilik akımının simge yönetmeni Marcel Carné, dünya sinema tarihinin en büyük isimleri arasında sayılıyor. Ona bu ünü ve konumu sağlayansa 10 yılda çektiği 8 film...

Tamer Baran

Ünlü Fransız yönetmen Marcel Carné, 1996’da bugün (31 Ekim) vefat etmişti.

Carné Şiirsel Gerçekçilik akımının yaratıcısı değildi, ama simgesi kabul edilir. Bu sinema ekolünün en önemli eserleri arasında sayılan “Le Quai des brumes / Sisler Rıhtımı” (1938), “Hôtel du nord / Kuzey Oteli” (1938) , “Le jour se lève / Son Ümit (Gün Ağarıyor)” (1939), “Les Visiteurs du soir / Gece Ziyaretçileri” (1942), “Les Portes de la nuit / Gecenin Kapıları” (1945) ve Fransız sinema tarihinin en güzel filmi kabul edilen “Les Enfants du Paradis / Cennetin Çocukları” (1945) onun eserleridir.

Şiirsel Gerçekçilik 1929 Ekonomik Bunalımı’nın bir sonucudur. Ağır hayat şartları, yapay karakterlerin boy gösterdiği basit güldürülerin, yüzeysel melodramların sonunu getirmişti. Başta Jean Renoir ve Jean Vigo olmak üzere bazı sinemacılar çalışan sınıfların sorunlarını perdeye aktarmak istediler. Gerçek insanların çaresizliğini sergileyen bu filmler, aynı dönemin bir başka popüler türü olan Kara Film’e estetik açıdan benzer: Dahili mekanlarda loş ışıklandırma kullanılır, haricilerde gökyüzü genellikle kapalı, sıkça yağmurlu veya sislidir. Gölgeler ve siluetler de bu estetiğin ayrılmaz parçasıdır. 
Simon (solda) ve Gabin "Sisler Ruhtımı"nın bir sahnesinde.
Yoksul halkın yaşadığı, çalıştığı veya eğlenme amacıyla gittiği yerler, örneğin döküntü pansiyonlar ana mekanlar; karizmatik, çok yakışıklı ve güzel oyuncular yerine Jean Gabin veya örneğin Michel Simon (“Sisler Rıhtımı”nın Zabel'i) gibi sokakta rastlayabileceğiniz izlenimi veren insanlar ön plandadır. İşsiz, çiçekçi kız, küçük esnaf, asker kaçağı, fabrika işçisi, küçük suçlu, tiyatro emekçisi vb karakterlerin ortak özellikleri vardır: Nihilist denebilecek kadar umutsuz, hüzünlü, bazen intihara meyilli, “feleğin sillesini” tekrar tekrar yiyen insanlardır bunlar (“Cennetin Çocukları”nın ana kişisi pandomimci Baptiste bu kişilere en güzel örneklerden birini oluşturur). Tabii ki filmin sonunda -sağ kalırlarsa- mutsuz olurlar. Çünkü –Şiirsel Gerçekçiliğe göre- dünyada, bu şartlarda mutlu olmanın tek yolu aşktır; bu filmlerde ise aşk genellikle karşılıksız veya sevenlerin kavuşması imkansızdır.

Bu filmleri yaratanların mutlu sondan uzak durmak konusundaki kararlılığınin bir nedeni de o dönem tüm dünyada yaygınlaşmaya başlamış olan Holivud ürünlerinin sunduğu yapay dünyaya verdikleri tepkidir. 

Çünkü 1930'lar, özellikle de ikinci yarısı aynı zamanda faşizmin Avrupa'ya yayılmaya başladığı yıllardır. Şiirsel Gerçekçilik özünde politik değildir; ama işlerin kötüye gitmekte olduğunu gören sanatçıların yaratımıdır.
En büyük düşü beyaz çarşaflar arasında uyumak olan hırsız (solda) ve asker kaçağı, "Sisler Bulvarı"nın ana mekanlarından biri olan pansiyonun önünde...

Hayalkırıklığı, geçmişe özlem, iletişimsizlik, hicran, umutsuzluk gibi temaları işleyen bu akım, alt sınıfların sefaletine dikkat çekerek Fransız toplumunun iki dünya savaşı arasındaki durumunu eleştirir. Ama Şiirsel Gerçekçilik bir belgeselci yaklaşımıyla katı gerçekliği olduğu şekliyle yansıtarak toplumsal eleştiri yapmaz, eleştirisini güçlendirmek için gerçekliği tekrar yaratır. Örneğin gerçek mekanlar yerine plato kullanır, böylece ışık ve sesi rahat kontrol edebilir, bundan da özellikle görüntü alanında yeni biçimler, teknikler bulmakta yararlanır. Bu sayede filmler, daha güçlü olur, seyirciyi her açıdan etkilemeyi başarır.

Birkaç şairane replik

Gerçekçi olduğu besbelli bu akım, “şiirsel” tanımını karakterlerinin temel özellikleri, yaşayış biçimleri ve filmlerin atmosferi kadar kullandığı hikayeler ve özellikle repliklerden de alır. Ki ekolün en ünlü senaristi şair Jacques Prévert’dir. Etkili ve son derece anlamlı birkaç replik şöyle örneklenebilir:

Başkalarının açlık ve susuzluktan öldüğü gibi ben de sessizlik yüzünden ölüyorum”

Diğer erkeklere benzemez o. Çatıdaki bir uyurgezer gibidir. Onu çağırırsanız, düşer.”
"Cennetin Çocukları"ndan pub sahnesi... Yan karakterlerden biri olan "Paçavracı" (solda), filmin ana kişisi ("çatıdaki uyurgezer") mimci Baptiste ile birlikte.

Bir ağaçtan daha yalın ne var ki?”

Bir güle baktığımda bile bir suç görüyorum”.

İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminin ardından yok olan Şiirsel Gerçekçilik, kendisinden sonraki büyük sinema akımlarını özellikle İtalyan Yeni Gerçekçilik ve Fransız Yeni Dalga’yı ciddi biçimde etkiledi.

1930’larda Prévert ve Gabin’le işbirliği sayesinde Fransa’nın önemli yönetmenlerinden biri haline gelen Marcel Carné, kendisinin, Fransız sinemasının ve Şiirsel Gerçekçiliğin başyapıtları arasında sayılan bir dizi film yönetti. Fakat 1945’ten sonraki filmleri daha öncekiler kadar başarılı kabul edilmedi. Kimi otoritelere göre bunda, Carné’nin Vichy hükümetiyle (dolayısıyla işgalci Nazilerle) işbirliği yapmakla suçlanmasının payı büyüktü. Oysa görünürde bir aşk ve cinayet öyküsü anlatan “Son Ümit”, halkın katile tezahürat yaptığı sahnenin dönemin politik havasını yansıttığı gerekçesiyle Vichy hükümeti tarafından yasaklanmış, “toplumu umutsuzluğa sürüklediği” açıklanmıştı.

Carné ve benzerlerinin hızla gözden düşmesinin bir başka nedeni de 1950’de başlayan Yeni Dalga akımının önemli yönetmenleri oldu. Çoğu eleştirmenlikten gelen Claude Chabrol, Éric Rohmer, Alain Resnais, Jacques Demy gibi isimler sinema dilini geliştirdiler, yepyeni bir çağ başlattılar... Öte yandan: Yeni Dalga'nın en önemli isimlerinden biri olan François Truffaut, “’Cennetin Çocukları’nı yönetebilmek için tüm filmlerimden vazgeçerdim” demişti.

Aktif üretimi 1976’ya kadar sürdüren, sonrasında projelerine finans bulamadığı bir 20 yıl daha yaşayan Marcel Carné, dünya sinema tarihinin en büyük isimleri arasında sayılıyor. Ona bu ünü ve konumu sağlayansa (sonrakiler kabul görmediği için) 10 yılda çektiği 8 film...

Açık Gazete, 31 Ekim 2014