Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

10 Haziran 2013 Pazartesi

Ve bir orman gibi kardeşcesine



2 Haziran 2013, Taksim... Fotoğraf: Aytan Gönülşen.

80 yıldır olduğu gibi, ulusal bayramları yine alanlarda kutlamak isteyenlere, “Emek Sineması kapanmasın” diyenlere ve son olarak Gezi Parkı için harekete geçenlere biber gazı ve tazyikli su ile müdahale eden iktidarın engellemeye çalıştığı tam da budur: Her bireyin özgürlük hakkına saygı gösteren, ama kardeş gibi kenetlenmiş bir toplumu istemiyorlar

Tamer Baran

O mekanın adının “Nazım Hikmet Parkı” olarak değiştirilmesini öneriyorum.

Çünkü Gezi Parkı direnişi gibi kendiliğinden gelişen ve her kesimden insanın katıldığı eylemler ideolojik bir zemine ihtiyaç duyar. Ve en geniş haliyle o zeminin en rafine tarifini usta şair, “Davet” şiirinde yapmıştır:

“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşcesine,

bu hasret bizim...”

80 yıldır olduğu gibi, ulusal bayramları yine alanlarda kutlamak isteyenlere, “Emek Sineması kapanmasın” diyenlere ve son olarak Gezi Parkı için harekete geçenlere biber gazı ve tazyikli su ile müdahale eden iktidarın engellemeye çalıştığı tam da budur: Her bireyin özgürlük hakkına saygı gösteren, ama kardeş gibi kenetlenmiş bir toplumu istemiyorlar. Daha evvel ülkeyi yöneten tüm iktidarlar gibi bunların da arzusu insanların “Her koyun kendi bacağından asılır” şiarına sarılmasıdır; herkesin bencil arzularına göre yaşadığı ve diğerlerini hiçe saydığı bir ortamı daim kılmak istiyorlar. Çünkü ancak o zaman “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” düzeni hakim kalacak. Ancak o zaman bir avuç azınlık mutlu yaşamaya devam edebilecek… Tabii ki geniş kitlelerin yoksulluğu, çaresizliği pahasına…

Gezi Parkı bir semboldür; “rantseverler”in zorbalığına karşı hümanistlerin direnişidir. “Bu düzeni hak etmiyoruz” diyenlerin çığlığıdır.

Nazım Hikmet “Davet” şiirinde “ipek bir halıya” benzettiği ülkeyi “bu cennet, bu cehennem” biçiminde adlandırır… Bugüne kadar bu “parayatapar” iktidarlar bize bir cehennem hayatı yaşattılar. Gezi Parkı için harekete geçenlerin karşı çıktığı şey tam da budur: Cennet güzelliğindeki bu ülkede mutlu bir hayat mümkün ve artık iyice anlaşıldı ki biz kendimiz söke söke almadıkça, onlar bu mutluluğu bize yaşatmayacaklar. Buna hiç niyetleri yok!..

Nazım Hikmet o cennet misali hayatı hepimiz için isteyen biriydi; bu nedenle on yıllarca hapis yattı. Yaşamı ve şiirleriyle, bu arzunun simgesi olmayı hak etti.

Üstelik bugün, 50. ölüm yıldönümü…

1 Haziran cumartesi günü Taksim’de Antikapitalist Müslümanlar da vardı, solcular, devrimciler, yeşiller, sosyal demokratlar da. Tek yumruk, tek ses olarak birleşip “Tayyip istifa” diye bağırdılar.

Farklı renklerin oluşturduğu o kalabalığın neyi istemediği ortada. Ancak arzularının net ifadesine ihtiyaçları var. Çünkü bu dönem, bir dönüşümün eşiğindeyiz. Parkı ve bir sinemayı korumak isteyenlere polisi saldırtması, iktidarın en kadar çürüdüğünün göstergesidir. İstanbul’da, sadece Taksim’de değil, Kadıköy, Beşiktaş, Avcılar, Beylikdüzü gibi semtlerde, Ankara, İzmir ve örneğin Samsun’da kitleler sokağa dökülmüşken, Çengelköy’de tencere sesleri, Kuzguncuk’ta korna avazı göğe ulaşmışken, eyleme katılan 50 binin üzerinde insandan Başbakan’ın “300-400 çapulcu” diye söz etmesi o çürümenin göstergesidir.

Bu çürüme bitecek. Gidecekler.

Bu insanlık dışı düzenin yerine yeni bir hayat kurulacak.

Onu tarif ve talep etmeliyiz.

Bu arzumuzun ifadesini yine “Davet” şiirinde bulabiliriz:

“Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

bu dâvet bizim...”

AçıkGazete, 3 Haziran 2013


ViralMecmua, 3 Haziran 2013