Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

1 Kasım 2010 Pazartesi

Bir labirentte kaybolmak

Finalde, fırına atılan kızağın üzerindeki “Rosebud” sözcüğünün okunmasıyla film boyunca peşinde koşturulan soru yanıtlanmış olur. Fakat film seyircisine gizemin çözümü için tüm ipuçlarını çoktan vermiştir, dolayısıyla orada asıl nokta film karakterlerinin gizemi neden çözemedikleridir

60 yıldır “Yurttaş Kane” hakkında onlarca kitap, binlerce makale yazıldı, film çeşitli yönleriyle incelendi. Psikanaliz, feminizm, yapısalcılık gibi yöntemlerle yapılan bu analizlerde elde edilen sonuçları özetlemeye, bırakın bu köşeyi, derginin sayfaları bile yetmez. Çünkü yalınkat bir film değildir “Yurttaş Kane”; katman katmandır, her izleyişinizde daha da derine inersiniz, aynen insan ilişkilerinde olduğu gibi. Üstelik bir karakteri tanıtmaz, bir insanı tanımanın mümkün olup olmadığını da tartışır, yani psikoloji kadar felsefeyle de ilgilidir. Ustalıkla yazılmış senaryosu ve akıllıca kurulmuş görsel yapısı, incelemek, anlamak gereken onlarca öğeyi, yüzeysel bir bakışla karmaşık sanılabilecek bir biçimde seyirciye sunar. Welles seyircinin alışkanlıklarına kıyasla çok fazla şey yaptığının bilincindedir, filmine, ona yaklaşırken kullanmamız gereken yolun haritasını da koymuştur. İlk şart klasik seyirci alışkanlığını bırakmamız, filme aktif olarak katılmamızdır. Kolaycı davranmamıza izin yoktur, sadece hikaye ve diyalogları değil, görsel yapıyı da dikkatle incelememiz, zekice kurulmuş kod ve şifreleri çözmemiz gerekmektedir. Çünkü Borges haklıdır: “Yurttaş Kane, merkezi olmayan bir labirenttir.” (Aktaran: Laura Mulvey, “Yurttaş Kane”, Om Yayınları, Türkçesi: Arzu Taşçıoğlu, Deniz Vural, 1. Baskı, Aralık 2000, Sayfa: 9)

Seyircinin yaklaşımı konusundaki ısrarını Welles, filmin hemen başında Rosebud gizemini, onu çözmemizi sağlayacak en önemli ipucuyla birlikte ortaya atarak belirtir. Film bir soruyla başlar, yanıt zaten sorunun içindedir, finalde soru yanıtlandığında bir gizemle değil, dev bir yap-bozla karşı karşıya olduğumuzu anlarız. Rosebud labirentte kaybolmadan bilmeceyi çözebilmemiz için takip etmemiz gereken bir kılavuz rehberdir.

Welles filminin yapısını, gösterdiği yap-bozlarla ayrıca vurgular. Susan’ın Xanadu’da sürekli yap-bozlarla uğraşması, çok sevdiği ama yanında mutlu olamadığı kocasını çözümleme arzusunun yansımasıdır. Dolayısıyla yap-boz, filmin yapısının olduğu kadar, Kane’in kişiliğinin de metaforudur. Nitekim finalde Thompson’a “Tüm bu zaman boyunca ne yaptın?” diye sorulduğunda “Bir yap-bozla uğraştım” yanıtını verir.

Dev bir yap-boz
Labirente giriş noktası, filmin en başında yer alan, Kane’in şatosu Xanadu’nun çiti üzerindeki “No Trespassing” (Girmek Yasak) tabelasıdır. Kamera yükselir, çiti aşar ve içeri girer. Bu kamera hareketi filmin bizi “girilemez” bölgelere sokacağını belirtir. Bizi Kane’in yaşamının önemli anlarında dolaştıracak, rehberlik edecektir. Seyirciden aktif katılımcı olup Kane gizemini çözmesi beklenir, bunu sadece o yapabilir, zaten film, başta kendisi olmak üzere filmdeki karakterlerin Kane’in “yasak bölgesi”ne girmeyi başaramadığını vurgular.

Kameranın seyirciye rehberlik ettiği bilgisi geriye dönüş sahnelerinin yapısıyla doğrulanır: Bir sahnede Leland, Susan için yazdığı eleştiri yazısını Kane’in nasıl tamamladığını anlatır. Kane odaya girdiğinde Leland’ın daktilo başında sızmış olduğunu görürüz, o uyurken Bernstein Kane’e yazıyı okur. İkisi arasında geçen diyalogları Leland’ın aktarması mümkün değildir. Hemen sonraki sahnede Kane eleştiri yazısını tamamlarken kamera onu önden saptar, arkasından Leland yaklaşır ve konuşurlar. Welles o planı, anlatan kişinin görmesi mümkün olmayan bir açıdan çekmekle, filmde aktarılan her şeyin sadece seyirciye dönük olduğunu vurgulamaktadır. Bu tavır tüm filme yayılmıştır, örneğin ünlü kahvaltı masası sekansını bize aktaran da Leland’dır, oysa sahnelerde Emily ve Kane yalnızdırlar.

İlk sekans Xanadu’nun bahçesinin içinden ve dışından birkaç planla sürerken binada sadece bir odada ışık yandığını görürüz. İçeri kesme yapılır, kamera Kane’in elindeki cam küreyi çok yakından saptar: Film açılışında çok görkemli bir mekana sokmuştur seyirciyi ve şimdi, o mekanın içindeki ikinci bir mekanı göstermektedir, karlar içindeki tahta kulübeyi, Kane’in çocukluğunun geçtiği mekanı, yuvasını… Bu, film boyunca sürecek bir tartışmanın, Kane’in sahip olduğu ikilik ve ikilemlerin ilk güçlü vurgulanışıdır (ki filmdeki ikilikleri ayrıca tartışacağız). Cam küreyi görmemizle birlikte bir soru daha eklenir, diğerlerinin arasına: Böylesine görkemli bir mekanda yaşayan bu adamın o cam küreye duygusal bağlılığının nedeni nedir?

Çok yakın plan bir ağız görünür, Kane “Rosebud” der. Küre elinden düşüp parçalanır, odaya giren bir hemşire adamın üstünü örter. Kane ölmüştür. Böylece film, konu edindiği karakteri tanıtmaya tersten başlamış olur: İlk gösterdiği onun ölümü ve “mezarı” olarak yorumlanan Xanadu’dur. (Hemen sonraki sekansta perdeye gelen “News of the March” haber programında Xanadu, “Piramitlerden sonra bir insanın kendisi için yaptırdığı en büyük anıt” biçiminde tanımlanır.) Film sürerken senaryo Kane’in yaşamının çeşitli dönemlerine kronolojik sıra izlemeden girip çıkar, hatta iki yerde (Susan’ın operadaki ilk temsili ve Kane’i terk ettiği sahne) belirli bir filmsel ana tekrar döner, bir daireyi tamamlar gibi. Bu anlatım tarzı da seyircinin katılımı konusundaki ısrarın bir gereğidir. Bu katılım çabası zorunludur çünkü bir insanı tanımak kolay iş değildir, emek ister.

“News of the March”, filmin zamanı kullanma biçimi ve diğer yapısal özellikleri için bir temsilcidir: Haber programlarına dair referanslarımızdan da yararlanmamız gerektiğini anımsatmaktadır Welles bize. Yaklaşık 10 dakika süren program Kane’i hemen tüm yönleriyle tanıtmaya çalışır. Xanadu’dan, gazetelerinden, kısa süren politik yaşamından, evliliklerinden bahsedilir. Görüntüler üst üste yığılır, belgeselin sunucusu yüzlerce kelimeyle onlara eşlik eder, ama net olarak anladığımız şeyler bir tutamdır: Kane’in çok zengin ve güçlü bir adam olduğunu öğreniriz sadece. Bu veriler kesinlik taşır çünkü belgeselde Kane firavunlara, Nuh peygambere benzetilir, hatta kendisinden “Amerika’nın Kubilay Han’ı” biçiminde söz edilir. Daha fazla bir şey elde edemememizin nedeni ise programın birbiriyle çelişen bilgilerden oluşmasıdır: Vasisi Thatcher, Kane’i “komünist”, sendika temsilcisi ise “faşist” diye tanımlarlar. Görüntüye kendisi gelir, gazetecilere hitap etmektedir: “Ben her zaman tek bir şey oldum ve öyle de kalacağım: Bir Amerikalı.” Ve belgeselde “40 yıl boyunca bu özelliklerin çoğunu sergilediği” duyurulur. Program şu sözlerle sona erer: “Kane hep dünyayı değiştirmeye çalıştı. Ama şimdi onun dünyası tarih oldu.”

Bir karakteri incelemek
Bir sonraki sekansta muhabir Thompson’ın Kane’in son sözünün anlamını bulmakla görevlendirilmesiyle birlikte film asıl mecrasına oturmuş olur: Buraya kadar aktarılanlar “ne” sorusunu yanıtlamıştır: (“Yaşamı büyük başarılarla geçmiş ve başarısızlıklarla sona ermiş bir adam.”), filmin bundan sonrası “neden”le ilgilenecektir. “Nasıl” üzerinde de durulacaktır ama filmin hedefi Kane’i oluşturan öğelerin kökeni, eylemlerinin zeminidir. Nitekim Welles şunları yazmıştır: “Bir eylemi anlatan bir filmden çok bir karakteri inceleyen bir film yapmak istedim. Bu nedenle kahramanımın çok yönlü bir adam olmasını arzu ettim. Tek bir kişiliğin yapısıyla ilgili olarak altı ya da daha fazla kişinin çok farklı görüşleri olabileceğini göstermek benim fikrimdi.” (age, sayfa: 95)

Bu fikir öncelikle Rosebud sözcüğü üzerinden uygulanır, çünkü o, Kane’in yaşamının şifresi olarak kullanılmaktadır. Bu konudaki görüşlerin çeşitliliği, bu anahtarı kullanarak kapıyı açmayı başarırsak bulacağımız şeyler hakkında görüş birliğine varamayacağımızı kesinleştirir:

Gazetecilerden biri: “Belki oynadığı bir yarış atıdır.”

Thompson: “Herhalde sonunda çok basit bir şey çıkacak.”

Bernstein: “Belki bir kızdı. (…) Belki de kaybettiği bir şeydi. Bay Kane sahip olduğu şeylerin çoğunu kaybetmişti.”

Leland: “Rosebud mı? Inquirer’da okumuştum, orada okuduğum hiçbir şeye inanmam.”

Raymond: “Anlamı olmayan çok şey söylerdi.”

Finalde, fırına atılan kızağın üzerindeki “Rosebud” sözcüğünün okunmasıyla film boyunca peşinde koşturulan soru yanıtlanmış olur. Fakat film seyircisine gizemin çözümü için tüm ipuçlarını çoktan vermiştir, dolayısıyla orada asıl nokta film karakterlerinin gizemi neden çözemedikleridir. Hepsi bir labirentte kaybolmuşlardır… Tüm bilgilerin birleştiği kişi olan Thompson, uşak Raymond’dan Kane’in sadece ölürken değil, Susan’ın onu terk ettiği gün de Rosebud’dan bahsettiğini öğrenmiştir, üstelik o sefer de cam küre elindedir. Thompson benzeri bir cam küre bulup baksa, Thatcher’ın anılarında tarif edilen çocukluk ortamıyla o cam küre arasındaki paralelliği keşfetmesi mümkün olabilecektir. Bu yöntem soruyu, yanıtı bilen tek kişiye yöneltmek anlamına gelir, bizzat Kane’e. Fakat Thompson en güvenilmez kaynağa başvurmuştur, yani diğer insanlara. Bir başka deyişle kolaycı davranmış, anlatılanları izlemekle yetinmiştir, aynen seyircinin genelde yaptığı gibi.

Fakat bir insanı tanımak kolay değildir, emek ister…

Çünkü her insan bir labirenttir…

Sinema, sayı: 77, Eylül 2001

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder