Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

10 Temmuz 2010 Cumartesi

"Dr. Strangelove": Savaşın kıyısında cinnet


"Better dead then Red" derlermiş o zamanlar.

Yani: "Ölmek kızıl (komünist) olmaktan iyidir".

2. Dünya Savaşı, o dönemde ileri düzeyde bulunan ülkelerin çoğuna büyük zarar verdi. 1945’te savaş bittiğinde çoğu Avrupa ülkesi ve Japonya harap vaziyetteydi. Alman ordusunu durdurmayı başaran SSCB büyük kayıp vermişti ama diğerleri kadar perişan durumda değildi. ABD ise topraklarında sadece Japonya'nın yaptığı Pearl Harbor baskınını görmüştü. Her iki ülkenin de teknolojileri ayaktaydı, dünyadaki etkinlikleri artmıştı.

SSCB Nazizm'den kurtardığı Avrupa ülkelerinde komünist rejimler kurmaya başladı. ABD de müttefik ülkelerde üsler oluşturmaya. İki süper güç de yayılmacı politika izliyor ve hızla silahlanıyorlardı.

1960'lara gelindiğinde bu ikisinin önderliğini yaptığı iki kamp arasındaki Soğuk Savaş doruk noktasına tırmanmıştı.

İki süper devletin elinde de nükleer silahlar vardı, ve füzeler dünyanın dört bir tarafına yerleştirilmişti. Yani, savaş çıkarsa kazanan olmayacaktı. Diyelim ki ABD tüm SSCB'yi haritadan silmeyi başarsa bile, bombaları ateşledikten sadece birkaç dakika sonra örneğin Küba'dan kalkan füzeler Washington’ı vurabilecekti.

Dünya Bomba gölgesinde yaşıyordu artık...

Durum bu trajik noktaya varmış olmasına rağmen SSCB ve ABD Soğuk Savaşı sürdürdüler. Her iki ülkenin yönetimi de yoğun propaganda çalışması yapıyor, nefret aşılamak için elinden geleni ardına koymuyordu.

Tabii ki Hollywood da rüzgara uymuş, “Fail Safe” gibi Soğuk Savaş filmleri yapmaya koyulmuştu.

Bu ortamda Stanley Kubrick, “Dr. Strangelove Or How I Learned To Stop Worrying And Love The Bomb” (Dr Strangelove Veya Kaygılanmayı Bırakıp Bombayı Sevmeyi Nasıl Öğrendim) filmini yaptı.

Yani Soğuk Savaş’ı devam ettirme kararlılığında olan ABD ve SSCB yöneticileriyle acımasızca alay eden o tuhaf filmi…

Yani olası bir 3. Dünya Savaşı’nı hicveden o inanılmaz kara komediyi…

Yani hiçbir savaş filmine, hiçbir komediye, hiçbir siyasal yergi ve taşlamaya, hatta kendisinin hiçbir filmine de benzemeyen o eşsiz eseri…

Yani 40 yıl sonra bile sinema tarihindeki yerini koruyan o muhteşem başyapıtı…

ABD kara kuvvetlerine bağlı askerlerin bir ABD hava üssüne saldırdığı ve iki grubun çatıştıkları bir filmdir “Dr. Strangelove”…

ABD Başkanı’nın SSCB Başkanı’na Amerikan uçaklarını düşürmeleri için yardım teklif ettiği bir filmdir…

Yaklaşan nükleer savaşı engelleyebilecek tek subayın ABD Başkanı’nı ankesörlü telefondan ödemeli aradığı bir filmdir…

Ne demiştik?

Evet, benzersiz…

Filmin yazım süreci
Yıl 1962... Altıncı Stanley Kubrick filmi "Lolita" afişe çıkmış, tümünün ama özellikle "Spartacus"un kazandığı başarı yönetmene dilediği projeyi yapabilme şansı sağlamıştır.

Ekim ayında ABD ile Küba arasında füze krizi patlak verir, dünya nefesini tutup 3. Dünya Savaşı’nın başlamasını bekler. Kubrick neredeyse 20 yıldır hiç gündemden düşmeyen nükleer savaş temasını çok önemsemekte, konuyla ilgili araştırma yapmaktadır. Amerikan Bilimadamları Bülteni’ne, Haftalık Havacılık Dergisine vs. abone olmuş, onlarca araştırma kitabı ve roman okumuştur. Nihayet bunlardan birini, Peter George'un "Two Hours To Doom" (Kıyamete İki Saat Kala) adıyla da bilinen "Red Alert" (Kırmızı Alarm) romanını uyarlamaya karar verir, yazarla senaryo üzerinde çalışmaya başlar.

Yazdıkları sahne ve diyaloglar oluştukça Kubrick işledikleri konunun "delice" yönlerine takılır; ciddi bir film için fazlasıyla absürd durumlar vardır romanda. Filmi kara komedi olarak çekme fikri kafasında şekillenir.

Bu arada "Lolita"da birlikte çalıştığı ünlü oyuncu Peter Sellers, yazar Terry Southern'in "The Magic Christian" isimli romanını çok beğenmiş, yüzlerce kopyasını satın alıp yeni yıl, yaş günü gibi vesilelerle eşe dosta armağan etmektedir. Kitabı Kubrick'e de verir, ünlü yönetmen romanı okuyunca aradığı yazarı bulduğunu anlar, temasa geçer. Ondan asıl istediği eldeki hikayeyi ve tüm sahneleri hicve çevirmesidir ki bu zaten Southern'in uzmanlık alanıdır.

İlk toplantıda Kubrick yapacakları filmi “kabus komedi” olarak nitelendirir ve şunları söyler: “Elimizde benzersiz bir malzeme var. Dünyanın sonu kesinlikle eşsiz bir şey, o yüzden sıradan bir tretmanı unut ve korku filmi gibi yaz.” Southern’in anlattığına göre Kubrick’in planı hikayenin akışının ne kadar mantıklı olduğunu göstermek, seyirciyi ikna etmek ve bu arada komedi yapmaktır. Durum zaten absürd olduğu için karakter ve diyaloglar aracılığıyla komedi yapılacaktır.

İlk iş senaryoya, filme adını veren eski Nazi Dr. Strangelove eklenir, neredeyse tüm karakter isimleri büyük çoğunluğu seksle ilişkili, “anlamlı” adlarla değiştirilir (bakınız: "Dr. Strangelove Ve Seks"). Ve tabii ki artık romanın finali, yani Rusya’ya atılan tek bombanın teknik nedenlerle patlamaması sayesinde uluslararası gerginliğin bitmesi, yeni yapıya uygun değildir.

Saçmalıklar dizisi
“Dr. Strangelove”ın tamamen olası görünen, gayet mantıklı bir şekilde ilerleyen saçmasapan bir hikaye akışı vardır. Filmi izlemeyen biri için bu ifade çelişkili görünebilir ama değildir; örneğin komünist tehlikeye ilişkin komplo teorileri yüzünden kafayı yemiş bir Hava Kuvvetleri generalinin emrindeki uçaklara SSCB’ye nükleer saldırı emri vermesi hem çok olası bir durumdur, hem de saçmadır.

“Dr. Strangelove”ın üstünlüğü bu sentezde yatar: Kubrick’in yönetimi, kamera açıları, olağanüstü güzellikteki siyah-beyaz planlar, ışıklandırma, oyuncu seçimi ve birkaçı hariç oyunculuklar dramatik filmlerde olduğu gibidir; filmin çoğu bölümü komedi olduğuna ilişkin hiçbir belirti taşımaz; sesi kapatırsanız sadece bir-iki yeri komik bir film izlersiniz.

Ve tüm bunlara rağmen “Dr. Strangelove” çoğu sinema otoritesinin görüşüne göre sinema tarihinin en başarılı komedi filmlerinden biridir.

Stratejik Hava Komutanı General Jack D. Ripper, komutasındaki Burpelson Hava Üssü’nü kırmızı alarma geçirir ve emrindeki 34 uçağı birincil hedeflerini vurmakla görevlendirir. Bu türden bir görevde uçuş ekibi, düşman şaşırtmacasına meydan vermemek amacıyla telsiz iletişimini çok özel bir kodla yapmakta, diğer tüm kanalları kapalı tutmaktadır. O kod da sadece kendisinde vardır, yani ABD Başkanı bile uçaklara görevin iptal edildiğini söyleyemeyecektir.

Yetkililer durumu anladıklarında Başkan’ın SSCB’ye top yekun saldırı emri vermekten başka çaresi kalmayacak, böylece SSCB ile ABD arasında nükleer savaş başlayacaktır. Ripper komünistlerin dünyaya verdiği zararı durdurmak için başka çare kalmadığına inandığından bu planı uygulamaya koyulmuştur.

Ripper bunları yaveri İngiliz Yüzbaşı Mandrake’ye anlatır.

General’den kodu almaya çalışan Mandrake başarılı olamaz. Ripper’ın odasından çıkıp yetkililere haber vermeyi düşünür ama General kapıyı kilitler, Mandrake ısrar edince de beylik tabancasını masanın üzerine koyar. Sonuna kadar gitmekte kararlı olduğu bellidir. Ripper neden böyle davrandığını anlatır: Komünistler ABD’de içme suyuna flor karıştıracak kadar güçlenmişlerdir. Flor “değerli vücut salgılarımıza” zarar vermekte, yani dölleme gücünü azaltmaktadır.

Filmdeki tüm Ripper-Mandrake sahneleri, Kubrick’in “Dr. Strangelove”da kurduğu yapının en güzel örnekleri arasındadır. Özellikle ilk çeyrektekiler filmin dramatik biçim ve absürd içerikten oluşan yapısına seyirciyi alıştırır, olacaklara hazırlar. Sterling Hayden en çılgın anlarda bile dramatik oyunculuktan milim şaşmaz, o deli saçması komplo teorilerini inandırıcı biçimde dile getirir. Filmde üç ayrı karakteri, üç ayrı oyun tarzıyla canlandıran Sellers ise dramatik ile komik arasında bir sentez tutturur. Sellers seyirciyi güldürmeye çalışmaz, Mandrake biraz komik biridir sadece… Bu durum tabii ki bıyığının ve tipik İngiliz tavırlarının nasıl bir etki yaratacağını iyi bilen dahi bir oyuncunun olağanüstü dengeli oyunu ve muhteşem zamanlama duygusunun eseridir.

Sellers’ın dehası, örneğin halı üzerine uzanmış olan Mandrake, makineli tüfekle ABD askerlerini vurmaya hazırlanan Ripper’a yardım ederken ortaya koyduğu oyun, Kubrick’in ulaşmak istediği etkiyi elde etmesinde en büyük yardımı yapar: İzleyicinin kafasındaki Soğuk Savaş’a ve Amerika sevgisine ilişkin yargıları kırmak, seyirciyi neye kızacağını, neyi eleştireceğini bilemez hale getirmek, yani aklını durdurmak…

Mandrake amirini ikna etmeye çalışırken Başkan Pentagon’daki Savaş Odası’nda yetkililerle toplantı halindedir. Olanları öğrenince Ripper’la görüşmek ister, fakat çılgın General emrindeki üssü dışarıya kapatmıştır. Başkan en yakındaki kara birliğinin üsse gönderilmesini, ne pahasına olursa olsun Ripper’la görüşmesinin sağlanmasını emreder.

Bu arada Ripper askerlerine hitaben duygusal bir konuşma yapıp onları karşı karşıya oldukları büyük tehlikeye inandırmış, kimseye geçiş izni verilmemesini, bir şüphe oluşursa “önce ateş edilip sonra soru sorulmasını” emretmiştir. Görevlendirilen kara birliği üsse yaklaşırken, üsteki askerler komünistlerin bu kadar kısa sürede Amerikan ordusunun kullandığı araç ve üniformaları temin edebilmiş olmalarına hayret eder ve ateş açarlar.

Böylece iki Amerikan birliği çatışmaya girer.

Üssün girişindeki dev tabelada “Barış bizim işimiz/uzmanlığımız” yazmaktadır.

Gerçek yaşamdan perdeye
Görüldüğü gibi filmin absürdün sınırlarında gezinen bir hikayesi var. İşin ilginci tüm bunlar, ABD’nin gerçek yaşamından alınmış öğeler...

Diş çürümelerini azaltmak amacıyla içme suyuna devlet eliyle flor karıştırılmaya başlandığında tüm sağcı politik çevreler bundan rahatsız olmuş ve karşı çıkmışlar. General Ripper’in dile getirdiği paranoya 1950’ler ve 1960’larda ABD’de öyle yaygınmış ki muhafazakar çevreler suyun florlanmasına taraftar olanların vatan hainliği suçlamasıyla yargılanmasını talep ederlermiş.

İkinci önemli nokta, filmde de açıklandığı gibi, ani bir nükleer saldırı sonucu tüm ABD yönetiminin yok olması halinde saldırı emri verebilecek yetkiye sahip hiç kimsenin kalmayacağı düşünülerek üst düzey komutanlara bu yetkinin verilmiş olmasıdır.

Kubrick hayatı paranoya içinde geçen Ripper benzeri adamlara böyle bir yetkinin verilmesiyle acımasızca alay eder, ülkesinde olup bitenleri yakından izlediği için onları iyi tanımaktadır. Örneğin ABD Genelkurmay Başkanı Curtis LeMay uç noktaya varan anti-komünist fikirleriyle ün salmış biridir. 1948-1957 arasında bu görevde bulunan LeMay bir keresinde basına “ABD Başkanı seçilse SSCB ile nükleer savaş başlatmaktan hiç çekinmeyeceğini” açıklamış, daha sonraki yıllarda, görevdeyken Rusları savaşa kışkırtmak için denemeler yaptırdığı ortaya çıkmış. Filmde George C. Scott’ın kasıtlı bir şekilde karikatürize ederek canlandırdığı Gen. Buck Turgidson, LeMay’dan hareketle yaratılmıştır ve Savaş Odası’ndaki toplantıda Ruslara duyduğu nefreti ve savaştan yana tavrını her fırsatta sergiler.

Kırmızı alarm verildiği andan itibaren filmin çok büyük bir kısmı tek bir gecede, üç ana mekanda geçer: Üsteki komutan odasında, bir B52 uçağının içinde ve Pentagon’daki Savaş Odası’nda…

Gecenin bir yarısı, yaklaşık 25 üst düzey yetkiliyle toplantı düzenleyen ABD Başkanı Merkin Muffley sorunu çözmeye çalışırken General Buck Turgidson’ın hezeyanlarıyla uğraşmak zorunda kalır: General “hazır böyle bir fırsat yakalamışken” top yekun saldırıya geçilmesi gerektiği görüşündedir, biraz dikkatli davranırlarsa fazla bir kayıp da vermeyeceklerdir. Adamın sakin sakin “10-20 milyon kişinin” ölümünden bahsettiğini duyunca Başkan sinirlenir: “Tarihe Hitler’den sonraki en büyük kitle kıyımını yapan kişi olarak geçmek istemiyorum.” General de öfkelenir: “Tarih kitaplarındaki imajınız yerine Amerikan halkıyla daha fazla ilgilenseniz daha iyi olur”…

Ansızın Savaş Odası’na bir telefon gelir: Arayan Turgidson’un sekreteridir. General aynı zamanda metresi olan kızı, aralarındaki ilişkinin sadece fiziksel olmadığına, ona bir insan olarak da çok saygı duyduğuna, bir gün evleneceklerine, gerçekten önemli bir toplantıda olduğu için gelemeyeceğine, Başkan’ın kendisine çok ihtiyacı olduğuna ikna eder.

B52’lerin Rus radarları tarafından fark edilmesine sadece 25 dakika kalmıştır…

Playboy okuyan pilot
B52’nin içinde geçen sahnelerde Kubrick tavrını derinleştirir: Onlarca kez seyredilmiş savaş uçağı sahnelerini aynı dramatik oyunculuk ve rejiyle tekrar sunarken komutan King Kong’a kovboy şapkası taktırarak, ekibe kağıt oynatarak ve saldırıya geçildiği anda ünlü vatansever şarkı “When Johnny Comes Marching Home"u (Johnny Kaz Adımlarıyla Eve Döndüğünde) kullanarak seyircinin algılarını alt üst eder. Alışkanlıklarını kırarak izleyiciyi köşeye kıstırır: Gülüp geçmelerine de izin vermez, ciddiye almalarına da… Çünkü Ripper, King Kong, Turgidson ve benzerleriyle alay etmezsek, onları ciddiye alırsak, sonumuz feci olacaktır.

Yani seyirciye düşen savaşa Kubrick’in gözleriyle bakmaktır. Film izleyiciyi buna mecbur bırakır.

“Stanley Kubrick: A Life in Pictures-Stanley Kubrick: Filmlerde Bir Hayat” belgeselinde Woody Allen’ın belirttiği gibi “Kubrick işini o kadar iyi yapmış, filmi öyle büyük bir hünerle yönetmiştir ki eser insanı nakavt eder”…

Romanda ismi “Alabama Meleği” olan, filmde “The Leper Colony” (Cüzam Kolonisi) adını taşıyan bu B52 uçağı da, benzerleri gibi 50 megatonluk bir nükleer bomba taşımaktadır ki bu, 2. Dünya Savaşı’nda tüm ordularca kullanılan tüm bomba ve top mermilerinin 16 katı bir patlama gücü anlamına gelmektedir. Bu uçağın komutası ise seyir halindeyken Playboy okuyan Binbaşı King Kong’a emanettir...

Bir sahnede Kong ekibin her üyesinde bulunan “yaşam kurtaran gereçleri” sayar: “45 kalibrelik bir tabanca, iki kutu mermi, 4 günlük konsantre yiyecek, antibiyotik, morfin, vitamin hapı, minyatür boy İncil, minyatür boy Rusça konuşma kılavuzu, 100 dolar değerinde ruble, 100 dolar değerinde altın, 9 paket çiklet, bir paket prezervatif, 3 ruj, 3 çift naylon kadın çorabı”…

Bu diyaloglarda senaristler her iki tarafı da hicvederler: Çiklet ve prezervatif ABD askerinin düşkün olduğu şeylerdir. Kutuya para ve altının yanı sıra konan ruj ve kadın çorabı ise SSCB’de az bulundukları için maddi, hatta bazı durumlarda hayati öneme sahip olacaktır.

Bu malzemeyi saydıktan sonra: “Vay be, bi delikanlı tüm bunlarla Vegas’ta harika bir hafta sonu geçirir” diyen Slim Pickens’in oyunu muhteşemdir.

Burada minik bir parantez açalım: Çoğu kaynakta başlangıçta dört rol için düşünülen Sellers aksanı beceremediği için Binbaşı King Kong rolünün Pickens’e verildiği yazıyor. Bunda gerçeklik payı var ancak tam doğru da değil. Çekimlerden bir hafta kadar önce Sellers, Kubrick’e bir telgraf çekip “hayatta yapamayacağı tek şeyin” Teksas aksanı olduğunu söylemiş. Bunun üzerine Kubrick, senarist Southern’den bir kaset doldurmasını istemiş ve bunu sette Sellers’a dinletmiş. Southern’in belirttiğine göre Sellers’ın aksanı kusursuz biçimde yapması sadece on dakikasını almış. Çekimlere başlanmış, ilk planlardan biri çekilirken Sellers bileğini burkmuş. Doktor daracık B52’nin içinde yapması gereken hareketleri yapamayacağını belirtmiş. Yeni bir oyuncu bulmak zorunda kalan yapımcılar John Wayne'e teklif götürmüşler, cevap vermeye tenezzül bile etmemiş. "Bonanza" TV dizisinin baş rol oyuncusu Dan Blocker ise filmi fazla solcu bulup oynamayı reddetmiş.

Bu arada Kubrick o rolü kimsenin Sellers gibi oynamayacağını düşünmekte, hiç olmazsa fiziksel özellikleri bire bir uyan bir oyuncu bulmak istemektedir. "One-Eyed Jacks-Tek Gözlü Jack" filminden anımsadığı Slim Pickens'ı seçer ama Pickens'a senaryoyu vermez, hikayeyi anlattırmaz, hatta filmin kara komedi olduğunu bile söylemez; ondan bir dramdaki gibi oynamasını ister.

Yani Slim Pickens, birkaç örneğini verdiğimiz o çılgın sahneleri oynarken filmin komedi olduğunu bilmemektedir…

Sarhoş Başkan
1952 ve 1956'da Demokrat Parti'den Başkan adayı olan Adlai Stevenson'dan esinlenerek yaratılan ABD Başkanı Muffley, Sellers’ın canlandırdığı ikinci karakterdir. Bu kez Sellers olağanüstü ciddidir, dramatik oyunculuğu bir an bile boşlamaz, canlandırdığı karakterin komik algılanmasına izin vermez, bazıları tüm sinema tarihinin en çılgın diyalogları arasında sayılan repliklerini trajik bir ciddiyetle söyler. Bu sırada Kubrick, yıllar sonra bir başka General’i canlandırdığı “Patton”daki dramatik oyunculuğuyla Oscar kazanacak olan George C. Scott’ı en uç noktada komik oynatmakta, Scott ile Sellers arasındaki tezattan yararlanmaktadır. İki adamın karakterleri ve iki oyuncunun oyun tarzları o kadar farklıdır ki, birbirlerini desteklerler, örneğin Sellers’ın ciddiyeti Scott’ı daha da komik algılamamızı sağlar.

Bu yapı Kubrick’in eleştirilerine hizmet eder: Muktedir olamayan Başkan Muffley tavuğa, egosu kabarık Turgidson horoza benzer. Kümeslerde olduğu gibi burada da iktidar horozlara bırakılırsa ilk fırsatta karşı mahallenin horozlarıyla kavgaya tutuşacaklardır. İktidarın tavukta olması iyidir ama o da -tavuk olduğu için- horozları zaptetmekte zorlanmaktadır. Tavukta horozumsu özellikler biraz daha gelişmiş olsa sorun çözülecek fakat bu kez de tavuk horozlanmaya başlayacaktır (bakınız şimdiki ABD Başkanı Bush’un tavırları)… Sonuçta tüm sorun yine insanların horozsu özelliklerinden kaynaklanmaktadır.

Kubrick’in -Scott’ın muhteşem oyunculuğunun da yardımıyla- asıl alay ettiği kişiler horozlardır, çünkü eğer çıkacaksa 3. Dünya Savaşı’nı başlatacak olan onlardır.

Kubrick bu adamların horozsu özelliklerinin altını çizmek için en olmadık sahneleri yazdırmış, çekmiştir. Örneğin bir ara Savaş Odası’nda Başkan’ın toplantıya çağırttığı Sovyet Büyükelçisi Sadesky ile Turgidson arasında arbede çıkar, iri kıyım, yaşlı başlı iki adam Başkan’ın önünde itişip kakışırlar. Başkan Muffley filmin en ünlü diyaloğunu eder: “Beyler burada kavga edemezsiniz; burası Savaş Odası”… (Amerikan Film Enstitüsü bu repliği, tüm sinema tarihinin en güzel 64. diyaloğu seçmiştir).
General, Sadesky’yi minyatür bir kamera ile duvarda asılı SSCB’ye yönelen uçakların yerlerini ve hedeflerini gösteren haritanın fotoğrafını çekerken yakaladığını iddia eder. Büyükelçi ise kamerayı cebine Turgidson’ın koyduğunu…

Sadesky ABD yetkililerinin ulaşamadığı SSCB Başkanı’nın o anda eğlenmekte olduğu yerin numarasını verir, iki Başkan görüşmeye başlar. Muffley -filmde hiç görünmeyen, hatta sesi de duyulmayan- SSCB Başkanı’na konuyu anlatmakta zorlanır (Bazı bölümlerini Sellers’ın doğaçlama çıkardığı bu unutulmaz görüşmenin diyalogları için bakınız: Filmden Seçme Replikler). Muffley SSCB hava kuvvetlerinin ABD uçaklarını düşürmesini teklif eder. Tam yerlerini ve rotalarını Amerikan tarafı verecektir. Sarhoş Kissof Muffley’e, Omsk Merkezi Hava Savunma Üssü’nü aramasını söyler. Muffley ondan telefon numarasını ister, Kissof hatırlayamaz, Omsk ana operatöründen alabileceklerini belirtir. Böylece sinema tarihinin en absürd Başkanlar görüşmesinin ilk bölümü tamamlanır.

Kıyamet silahı
Kissof Sadesky’yi telefona ister, Büyükelçi dinler, kıpkırmızı kesilir: Ruslar Amerikan uçaklarını düşürecektir ama bir sorun daha vardır: SSCB, dünya üzerindeki tüm yaşamı bitirecek bir Kıyamet Silahı geliştirmiştir. B52’lerden birinin hedefi vurması halinde silah otomatikman devreye girecektir ve durdurulması imkansızdır. On ay içinde dünya yüzeyi ayınkine benzeyecek, 93 yıl sürecek bir radyasyon bulutu yeryüzünü kaplayacaktır.

Kıyamet Silahı da o günlerde gündemde olan bir olgudur. Hidrojen bombasının yapımı sürecine de katılmış, daha sonra -nükleer savaş konusunda çalışmalar yapılması amacıyla General Arnold tarafından kurulan- RAND’da yüzlerce nükleer savaş senaryosu tasarlamış bir bilim adamı olan Herman Kahn, Kıyamet Silahı fikrini geliştirmiş, 1960 ve 61’de yayımlanan iki kitabında konuyu enine boyuna anlatmış. Proje gerçekleştirilmemiş ama kimse fikri saçma da bulmamış. Zaten Kahn çok önemsenen biriymiş, teorileri tüm Soğuk Savaş yılları boyunca Amerikan askeri stratejisinin bel kemiğini oluşturmuş. Onun ve RAND’daki çalışma arkadaşlarının ABD savunma politikaları üzerindeki etkileri, geliştirdikleri tüm teoriler Vietnam savaşında çökünce bitmiş.

Kahn ve benzerlerini filmde Dr. Strangelove simgeler. Sellers’ın ağır Alman aksanıyla ve fars tarzında oynayarak canlandırdığı nükleer bilim adamı Dr. Strangelove, ABD hükümetinin Silah Araştırma ve Geliştirme Bölüm Başkanı’dır. Bu karakter aracılığıyla Kubrick çeşitli Soğuk Savaş ve nükleer savaş teorisyenlerini de tiye alırken (Bakınız: Kim Bu Strangelove?) az bilinen bir gerçeği de açıklar: ABD savaş suçlusu Nazilerin bir kısmını uluslar arası mahkemeye teslim etmemiş, tersine maaşa bağlamıştır.

Yihhu… Yihhu…
Kubrick nükleer savaşın başladığı anı da dehasına yaraşacak biçimde düzenlemiştir: Cüzam Kolonisi Rus füzesinden hasarla kurtulmuş, yakıt kaybı yüzünden birincil hedefleri Laputa’ya varamayacakları için yakın bir hedefe yönelmiştir. Bombalama için her şey hazırdır ama bomba kapakları bozulmuştur. Kong uçağın alt katına iner, bomba kapağını tamir edip açmaya çalışır. Tam bunu başardığında hedefe de varmışlardır, bomba uçaktan ayrılırken Binbaşı Kong da üzerindedir, rodeodaymış gibi, hidrojen bombasına vahşi bir ata biner gibi binmiş, bir eliyle şapkasını sallayıp “yihhu, yihhu” diye çığlıklar atarak Rus topraklarına doğru hızla alçalır…

B52 hedefi vurmuş, Kıyamet Silahı otomatik olarak devreye girmiştir. Dünyada hayatın biteceği artık kesindir… Ama öyküyü böyle uç bir noktaya taşıyan Kubrick’in eleştirmek istediği şeyler bitmemiştir. Sırada Kahn ve benzerlerinin geliştirdiği savaş sonrası teorileri vardır.

Dr. Strangelove, arada yanlışlıkla Muffley’e “Mein Führer” diye hitap ederek her şeyin sone ermediğini açıklar: Birkaç yüz bin kişiyi madenlere taşımak ve orada yüz yıl yaşatmak mümkündür. Nükleer enerji sayesinde hayat yeraltında devam edecektir. Bilgisayar insanların yaş, sağlık ve doğurganlık durumu ve yeteneklerini dikkate alarak kurtarılacakları belirleyecek ve tabii ki, “yeni kurulacak toplumda liderlik prensiplerinin ve geleneklerinin yaşatılabilmesi amacıyla” ülkenin üst düzey yöneticileri ve komutanlar listede yer alacaktır. Her erkeğe on güzel kadın düşmesi sağlanacak, zaten aşağıda bol zaman ve yapacak az şey olacağı için nüfus hızla artacaktır.

Film adını bu gelecek tasarımından alır. Doktor’un “tuhaf aşk” ütopyası, aslında aşkın önemini yitireceği, ağır bir devlet kontrolü altında yaşayan insanların insanlığın çıkarları uğruna mekanik bir biçimde seks yapmak zorunda kalacakları, ama modern hayat biteceği için halihazırdaki sorunlarından kurtulacakları, sonuçta -tabii ki bir Nazi’nin bakış açısına göre- herkesin “endişelenmeyi bırakıp bombayı seveceği” bir dünya tasarımıdır.

Nazizm kökenli bu düşünceleri herkes beğenir ama Turgidson kaygılıdır: “Biz madenlerde hayat kurmaya çalışırken ya Ruslar bir iki bomba saklarsa bir kenara?” Bir general ona hak verir: “Ya madenlere sinsi bir saldırı düzenlerlerse?”

Onlar bunları konuşurken Rus elçisi de saatindeki gizli kamerayı kullanarak -artık hiçbir önemi kalmamış- haritanın fotoğrafını çekmektedir!..

Turgidson Muffley’e böyle bir saldırı ihtimaline karşı tetikte olmaları gerektiğini anlatırken Strangelove ayağa kalkar: “Benim bir planım var…” Ayakta olduğunu fark edince şaşırır ve sevinir: “Mein Führer, yürüyebiliyorum.”

O an, Strangelove 1945’de biten düşlerinin tekrar canlanacağını anlamıştır; yani aslında tekerlekli iskemleden kurtulup dirilen onun simgelediği düşünce, yani faşizmdir…

Gerçek nükleer bomba denemelerinde kaydedilmiş görüntüler perdeye bir biri ardına gelmeye başlar: Mantar bulutlar gökyüzüne yükselir. Bu görüntülerin üzerinde Vera Lynn’in 2. Dünya Savaşı sırasında çok ünlü olan iyimser, duygusal şarkısı duyulur: “We'll Meet Again” (“Bir Gün Tekrar Buluşacağız”).

Kubrick’in bu şarkıyı o sahnede kullanmasının iki nedeni olabilir: 2. Dünya Savaşı’nda geniş kitleler savaşa karşı çıkmamış, çocuklarını cepheye bu şarkının simgelediği iyimserlikle yollamışlardır. O savaşa (ve dolayısıyla o savaşı başlatanlara) evet dendiği için, onlar iktidarlarını sürdürmüş ve bir sonraki savaşı başlatmışlardır.

Geleceğe yönelik anlam ise şudur: Sanki o an şarkıyı başta Savaş Odası’ndaki kişiler olmak üzere savaşa sebebiyet verenler, dünya anaya yönelik olarak söylemektedirler. Onların iktidarı bırakmaya da, bakış açılarını değiştirmeye de niyetleri yoktur, bu durumda, radyasyon bulutunun yol açtığı zorunlu sürgün bitince uygarlık eskisine benzer biçimde gelişecek ve bir gün 4. Dünya Savaşı çıkacaktır… Horozu Dr. Strangelove olan bir kümes, nefret ve savaştan başka ne üretebilir ki?..

Bu finalle ilgili yönetmen Sydney Pollack’ın görüşü şöyle: “Filmin sonunda baş döndürücü bir keyif duydum. Bomba görüntülerinin üzerine o şarkı düşerken kendi kendime ‘Vay canına… Bunun arkasında nasıl bir hayal gücü var?’ dedim.”

Yanıt belli: Benzersiz…

Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb / Dr. Garipaşk
Yönetmen ve yapımcı: Stanley Kubrick
Senaryo: Stanley Kubrick, Peter George ve Terry Southern (Peter George'un “Red Alert” isimli romanından)
Görüntü yönetmeni: Gilbert Taylor
Kurgu: Anthony Harvey
Yapım tasarımı: Ken Adam
Sanat yönetmeni: Peter Murton
Kostüm: Bridget Sellers
Görsel efektler: Wally Veevers, Brian Gamby, Garth Inns, Mike Shaw, Alan Bryce
Müzik: Laurie Johnson
Oyuncular: Peter Sellers (Başkan Merkin Muffley, Yüzbaşı Mandrake, Dr. Strangelove), George C. Scott (Gen. Buck Turgidson), Sterling Hayden (Gen. Jack D. Ripper), Slim Pickens (Binbaşı King Kong), Keenan Wynn (Albay Bat Guano); Peter Bull (Büyükelçi De Sadesky)
1964, İngiltere yapımı, 93 dakika
DVD Firması: Tiglon / Sony Pictures Home Entertainment.

Film+, sayı: 17, Ağustos 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder