Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

10 Temmuz 2010 Cumartesi

"Dr. Strangelove": Savaşın kıyısında cinnet


"Better dead then Red" derlermiş o zamanlar.

Yani: "Ölmek kızıl (komünist) olmaktan iyidir".

2. Dünya Savaşı, o dönemde ileri düzeyde bulunan ülkelerin çoğuna büyük zarar verdi. 1945’te savaş bittiğinde çoğu Avrupa ülkesi ve Japonya harap vaziyetteydi. Alman ordusunu durdurmayı başaran SSCB büyük kayıp vermişti ama diğerleri kadar perişan durumda değildi. ABD ise topraklarında sadece Japonya'nın yaptığı Pearl Harbor baskınını görmüştü. Her iki ülkenin de teknolojileri ayaktaydı, dünyadaki etkinlikleri artmıştı.

SSCB Nazizm'den kurtardığı Avrupa ülkelerinde komünist rejimler kurmaya başladı. ABD de müttefik ülkelerde üsler oluşturmaya. İki süper güç de yayılmacı politika izliyor ve hızla silahlanıyorlardı.

1960'lara gelindiğinde bu ikisinin önderliğini yaptığı iki kamp arasındaki Soğuk Savaş doruk noktasına tırmanmıştı.

İki süper devletin elinde de nükleer silahlar vardı, ve füzeler dünyanın dört bir tarafına yerleştirilmişti. Yani, savaş çıkarsa kazanan olmayacaktı. Diyelim ki ABD tüm SSCB'yi haritadan silmeyi başarsa bile, bombaları ateşledikten sadece birkaç dakika sonra örneğin Küba'dan kalkan füzeler Washington’ı vurabilecekti.

Dünya Bomba gölgesinde yaşıyordu artık...

Durum bu trajik noktaya varmış olmasına rağmen SSCB ve ABD Soğuk Savaşı sürdürdüler. Her iki ülkenin yönetimi de yoğun propaganda çalışması yapıyor, nefret aşılamak için elinden geleni ardına koymuyordu.

Tabii ki Hollywood da rüzgara uymuş, “Fail Safe” gibi Soğuk Savaş filmleri yapmaya koyulmuştu.

Bu ortamda Stanley Kubrick, “Dr. Strangelove Or How I Learned To Stop Worrying And Love The Bomb” (Dr Strangelove Veya Kaygılanmayı Bırakıp Bombayı Sevmeyi Nasıl Öğrendim) filmini yaptı.

Yani Soğuk Savaş’ı devam ettirme kararlılığında olan ABD ve SSCB yöneticileriyle acımasızca alay eden o tuhaf filmi…

Yani olası bir 3. Dünya Savaşı’nı hicveden o inanılmaz kara komediyi…

Yani hiçbir savaş filmine, hiçbir komediye, hiçbir siyasal yergi ve taşlamaya, hatta kendisinin hiçbir filmine de benzemeyen o eşsiz eseri…

Yani 40 yıl sonra bile sinema tarihindeki yerini koruyan o muhteşem başyapıtı…

ABD kara kuvvetlerine bağlı askerlerin bir ABD hava üssüne saldırdığı ve iki grubun çatıştıkları bir filmdir “Dr. Strangelove”…

ABD Başkanı’nın SSCB Başkanı’na Amerikan uçaklarını düşürmeleri için yardım teklif ettiği bir filmdir…

Yaklaşan nükleer savaşı engelleyebilecek tek subayın ABD Başkanı’nı ankesörlü telefondan ödemeli aradığı bir filmdir…

Ne demiştik?

Evet, benzersiz…

Filmin yazım süreci
Yıl 1962... Altıncı Stanley Kubrick filmi "Lolita" afişe çıkmış, tümünün ama özellikle "Spartacus"un kazandığı başarı yönetmene dilediği projeyi yapabilme şansı sağlamıştır.

Ekim ayında ABD ile Küba arasında füze krizi patlak verir, dünya nefesini tutup 3. Dünya Savaşı’nın başlamasını bekler. Kubrick neredeyse 20 yıldır hiç gündemden düşmeyen nükleer savaş temasını çok önemsemekte, konuyla ilgili araştırma yapmaktadır. Amerikan Bilimadamları Bülteni’ne, Haftalık Havacılık Dergisine vs. abone olmuş, onlarca araştırma kitabı ve roman okumuştur. Nihayet bunlardan birini, Peter George'un "Two Hours To Doom" (Kıyamete İki Saat Kala) adıyla da bilinen "Red Alert" (Kırmızı Alarm) romanını uyarlamaya karar verir, yazarla senaryo üzerinde çalışmaya başlar.

Yazdıkları sahne ve diyaloglar oluştukça Kubrick işledikleri konunun "delice" yönlerine takılır; ciddi bir film için fazlasıyla absürd durumlar vardır romanda. Filmi kara komedi olarak çekme fikri kafasında şekillenir.

Bu arada "Lolita"da birlikte çalıştığı ünlü oyuncu Peter Sellers, yazar Terry Southern'in "The Magic Christian" isimli romanını çok beğenmiş, yüzlerce kopyasını satın alıp yeni yıl, yaş günü gibi vesilelerle eşe dosta armağan etmektedir. Kitabı Kubrick'e de verir, ünlü yönetmen romanı okuyunca aradığı yazarı bulduğunu anlar, temasa geçer. Ondan asıl istediği eldeki hikayeyi ve tüm sahneleri hicve çevirmesidir ki bu zaten Southern'in uzmanlık alanıdır.

İlk toplantıda Kubrick yapacakları filmi “kabus komedi” olarak nitelendirir ve şunları söyler: “Elimizde benzersiz bir malzeme var. Dünyanın sonu kesinlikle eşsiz bir şey, o yüzden sıradan bir tretmanı unut ve korku filmi gibi yaz.” Southern’in anlattığına göre Kubrick’in planı hikayenin akışının ne kadar mantıklı olduğunu göstermek, seyirciyi ikna etmek ve bu arada komedi yapmaktır. Durum zaten absürd olduğu için karakter ve diyaloglar aracılığıyla komedi yapılacaktır.

İlk iş senaryoya, filme adını veren eski Nazi Dr. Strangelove eklenir, neredeyse tüm karakter isimleri büyük çoğunluğu seksle ilişkili, “anlamlı” adlarla değiştirilir (bakınız: "Dr. Strangelove Ve Seks"). Ve tabii ki artık romanın finali, yani Rusya’ya atılan tek bombanın teknik nedenlerle patlamaması sayesinde uluslararası gerginliğin bitmesi, yeni yapıya uygun değildir.

Saçmalıklar dizisi
“Dr. Strangelove”ın tamamen olası görünen, gayet mantıklı bir şekilde ilerleyen saçmasapan bir hikaye akışı vardır. Filmi izlemeyen biri için bu ifade çelişkili görünebilir ama değildir; örneğin komünist tehlikeye ilişkin komplo teorileri yüzünden kafayı yemiş bir Hava Kuvvetleri generalinin emrindeki uçaklara SSCB’ye nükleer saldırı emri vermesi hem çok olası bir durumdur, hem de saçmadır.

“Dr. Strangelove”ın üstünlüğü bu sentezde yatar: Kubrick’in yönetimi, kamera açıları, olağanüstü güzellikteki siyah-beyaz planlar, ışıklandırma, oyuncu seçimi ve birkaçı hariç oyunculuklar dramatik filmlerde olduğu gibidir; filmin çoğu bölümü komedi olduğuna ilişkin hiçbir belirti taşımaz; sesi kapatırsanız sadece bir-iki yeri komik bir film izlersiniz.

Ve tüm bunlara rağmen “Dr. Strangelove” çoğu sinema otoritesinin görüşüne göre sinema tarihinin en başarılı komedi filmlerinden biridir.

Stratejik Hava Komutanı General Jack D. Ripper, komutasındaki Burpelson Hava Üssü’nü kırmızı alarma geçirir ve emrindeki 34 uçağı birincil hedeflerini vurmakla görevlendirir. Bu türden bir görevde uçuş ekibi, düşman şaşırtmacasına meydan vermemek amacıyla telsiz iletişimini çok özel bir kodla yapmakta, diğer tüm kanalları kapalı tutmaktadır. O kod da sadece kendisinde vardır, yani ABD Başkanı bile uçaklara görevin iptal edildiğini söyleyemeyecektir.

Yetkililer durumu anladıklarında Başkan’ın SSCB’ye top yekun saldırı emri vermekten başka çaresi kalmayacak, böylece SSCB ile ABD arasında nükleer savaş başlayacaktır. Ripper komünistlerin dünyaya verdiği zararı durdurmak için başka çare kalmadığına inandığından bu planı uygulamaya koyulmuştur.

Ripper bunları yaveri İngiliz Yüzbaşı Mandrake’ye anlatır.

General’den kodu almaya çalışan Mandrake başarılı olamaz. Ripper’ın odasından çıkıp yetkililere haber vermeyi düşünür ama General kapıyı kilitler, Mandrake ısrar edince de beylik tabancasını masanın üzerine koyar. Sonuna kadar gitmekte kararlı olduğu bellidir. Ripper neden böyle davrandığını anlatır: Komünistler ABD’de içme suyuna flor karıştıracak kadar güçlenmişlerdir. Flor “değerli vücut salgılarımıza” zarar vermekte, yani dölleme gücünü azaltmaktadır.

Filmdeki tüm Ripper-Mandrake sahneleri, Kubrick’in “Dr. Strangelove”da kurduğu yapının en güzel örnekleri arasındadır. Özellikle ilk çeyrektekiler filmin dramatik biçim ve absürd içerikten oluşan yapısına seyirciyi alıştırır, olacaklara hazırlar. Sterling Hayden en çılgın anlarda bile dramatik oyunculuktan milim şaşmaz, o deli saçması komplo teorilerini inandırıcı biçimde dile getirir. Filmde üç ayrı karakteri, üç ayrı oyun tarzıyla canlandıran Sellers ise dramatik ile komik arasında bir sentez tutturur. Sellers seyirciyi güldürmeye çalışmaz, Mandrake biraz komik biridir sadece… Bu durum tabii ki bıyığının ve tipik İngiliz tavırlarının nasıl bir etki yaratacağını iyi bilen dahi bir oyuncunun olağanüstü dengeli oyunu ve muhteşem zamanlama duygusunun eseridir.

Sellers’ın dehası, örneğin halı üzerine uzanmış olan Mandrake, makineli tüfekle ABD askerlerini vurmaya hazırlanan Ripper’a yardım ederken ortaya koyduğu oyun, Kubrick’in ulaşmak istediği etkiyi elde etmesinde en büyük yardımı yapar: İzleyicinin kafasındaki Soğuk Savaş’a ve Amerika sevgisine ilişkin yargıları kırmak, seyirciyi neye kızacağını, neyi eleştireceğini bilemez hale getirmek, yani aklını durdurmak…

Mandrake amirini ikna etmeye çalışırken Başkan Pentagon’daki Savaş Odası’nda yetkililerle toplantı halindedir. Olanları öğrenince Ripper’la görüşmek ister, fakat çılgın General emrindeki üssü dışarıya kapatmıştır. Başkan en yakındaki kara birliğinin üsse gönderilmesini, ne pahasına olursa olsun Ripper’la görüşmesinin sağlanmasını emreder.

Bu arada Ripper askerlerine hitaben duygusal bir konuşma yapıp onları karşı karşıya oldukları büyük tehlikeye inandırmış, kimseye geçiş izni verilmemesini, bir şüphe oluşursa “önce ateş edilip sonra soru sorulmasını” emretmiştir. Görevlendirilen kara birliği üsse yaklaşırken, üsteki askerler komünistlerin bu kadar kısa sürede Amerikan ordusunun kullandığı araç ve üniformaları temin edebilmiş olmalarına hayret eder ve ateş açarlar.

Böylece iki Amerikan birliği çatışmaya girer.

Üssün girişindeki dev tabelada “Barış bizim işimiz/uzmanlığımız” yazmaktadır.

Gerçek yaşamdan perdeye
Görüldüğü gibi filmin absürdün sınırlarında gezinen bir hikayesi var. İşin ilginci tüm bunlar, ABD’nin gerçek yaşamından alınmış öğeler...

Diş çürümelerini azaltmak amacıyla içme suyuna devlet eliyle flor karıştırılmaya başlandığında tüm sağcı politik çevreler bundan rahatsız olmuş ve karşı çıkmışlar. General Ripper’in dile getirdiği paranoya 1950’ler ve 1960’larda ABD’de öyle yaygınmış ki muhafazakar çevreler suyun florlanmasına taraftar olanların vatan hainliği suçlamasıyla yargılanmasını talep ederlermiş.

İkinci önemli nokta, filmde de açıklandığı gibi, ani bir nükleer saldırı sonucu tüm ABD yönetiminin yok olması halinde saldırı emri verebilecek yetkiye sahip hiç kimsenin kalmayacağı düşünülerek üst düzey komutanlara bu yetkinin verilmiş olmasıdır.

Kubrick hayatı paranoya içinde geçen Ripper benzeri adamlara böyle bir yetkinin verilmesiyle acımasızca alay eder, ülkesinde olup bitenleri yakından izlediği için onları iyi tanımaktadır. Örneğin ABD Genelkurmay Başkanı Curtis LeMay uç noktaya varan anti-komünist fikirleriyle ün salmış biridir. 1948-1957 arasında bu görevde bulunan LeMay bir keresinde basına “ABD Başkanı seçilse SSCB ile nükleer savaş başlatmaktan hiç çekinmeyeceğini” açıklamış, daha sonraki yıllarda, görevdeyken Rusları savaşa kışkırtmak için denemeler yaptırdığı ortaya çıkmış. Filmde George C. Scott’ın kasıtlı bir şekilde karikatürize ederek canlandırdığı Gen. Buck Turgidson, LeMay’dan hareketle yaratılmıştır ve Savaş Odası’ndaki toplantıda Ruslara duyduğu nefreti ve savaştan yana tavrını her fırsatta sergiler.

Kırmızı alarm verildiği andan itibaren filmin çok büyük bir kısmı tek bir gecede, üç ana mekanda geçer: Üsteki komutan odasında, bir B52 uçağının içinde ve Pentagon’daki Savaş Odası’nda…

Gecenin bir yarısı, yaklaşık 25 üst düzey yetkiliyle toplantı düzenleyen ABD Başkanı Merkin Muffley sorunu çözmeye çalışırken General Buck Turgidson’ın hezeyanlarıyla uğraşmak zorunda kalır: General “hazır böyle bir fırsat yakalamışken” top yekun saldırıya geçilmesi gerektiği görüşündedir, biraz dikkatli davranırlarsa fazla bir kayıp da vermeyeceklerdir. Adamın sakin sakin “10-20 milyon kişinin” ölümünden bahsettiğini duyunca Başkan sinirlenir: “Tarihe Hitler’den sonraki en büyük kitle kıyımını yapan kişi olarak geçmek istemiyorum.” General de öfkelenir: “Tarih kitaplarındaki imajınız yerine Amerikan halkıyla daha fazla ilgilenseniz daha iyi olur”…

Ansızın Savaş Odası’na bir telefon gelir: Arayan Turgidson’un sekreteridir. General aynı zamanda metresi olan kızı, aralarındaki ilişkinin sadece fiziksel olmadığına, ona bir insan olarak da çok saygı duyduğuna, bir gün evleneceklerine, gerçekten önemli bir toplantıda olduğu için gelemeyeceğine, Başkan’ın kendisine çok ihtiyacı olduğuna ikna eder.

B52’lerin Rus radarları tarafından fark edilmesine sadece 25 dakika kalmıştır…

Playboy okuyan pilot
B52’nin içinde geçen sahnelerde Kubrick tavrını derinleştirir: Onlarca kez seyredilmiş savaş uçağı sahnelerini aynı dramatik oyunculuk ve rejiyle tekrar sunarken komutan King Kong’a kovboy şapkası taktırarak, ekibe kağıt oynatarak ve saldırıya geçildiği anda ünlü vatansever şarkı “When Johnny Comes Marching Home"u (Johnny Kaz Adımlarıyla Eve Döndüğünde) kullanarak seyircinin algılarını alt üst eder. Alışkanlıklarını kırarak izleyiciyi köşeye kıstırır: Gülüp geçmelerine de izin vermez, ciddiye almalarına da… Çünkü Ripper, King Kong, Turgidson ve benzerleriyle alay etmezsek, onları ciddiye alırsak, sonumuz feci olacaktır.

Yani seyirciye düşen savaşa Kubrick’in gözleriyle bakmaktır. Film izleyiciyi buna mecbur bırakır.

“Stanley Kubrick: A Life in Pictures-Stanley Kubrick: Filmlerde Bir Hayat” belgeselinde Woody Allen’ın belirttiği gibi “Kubrick işini o kadar iyi yapmış, filmi öyle büyük bir hünerle yönetmiştir ki eser insanı nakavt eder”…

Romanda ismi “Alabama Meleği” olan, filmde “The Leper Colony” (Cüzam Kolonisi) adını taşıyan bu B52 uçağı da, benzerleri gibi 50 megatonluk bir nükleer bomba taşımaktadır ki bu, 2. Dünya Savaşı’nda tüm ordularca kullanılan tüm bomba ve top mermilerinin 16 katı bir patlama gücü anlamına gelmektedir. Bu uçağın komutası ise seyir halindeyken Playboy okuyan Binbaşı King Kong’a emanettir...

Bir sahnede Kong ekibin her üyesinde bulunan “yaşam kurtaran gereçleri” sayar: “45 kalibrelik bir tabanca, iki kutu mermi, 4 günlük konsantre yiyecek, antibiyotik, morfin, vitamin hapı, minyatür boy İncil, minyatür boy Rusça konuşma kılavuzu, 100 dolar değerinde ruble, 100 dolar değerinde altın, 9 paket çiklet, bir paket prezervatif, 3 ruj, 3 çift naylon kadın çorabı”…

Bu diyaloglarda senaristler her iki tarafı da hicvederler: Çiklet ve prezervatif ABD askerinin düşkün olduğu şeylerdir. Kutuya para ve altının yanı sıra konan ruj ve kadın çorabı ise SSCB’de az bulundukları için maddi, hatta bazı durumlarda hayati öneme sahip olacaktır.

Bu malzemeyi saydıktan sonra: “Vay be, bi delikanlı tüm bunlarla Vegas’ta harika bir hafta sonu geçirir” diyen Slim Pickens’in oyunu muhteşemdir.

Burada minik bir parantez açalım: Çoğu kaynakta başlangıçta dört rol için düşünülen Sellers aksanı beceremediği için Binbaşı King Kong rolünün Pickens’e verildiği yazıyor. Bunda gerçeklik payı var ancak tam doğru da değil. Çekimlerden bir hafta kadar önce Sellers, Kubrick’e bir telgraf çekip “hayatta yapamayacağı tek şeyin” Teksas aksanı olduğunu söylemiş. Bunun üzerine Kubrick, senarist Southern’den bir kaset doldurmasını istemiş ve bunu sette Sellers’a dinletmiş. Southern’in belirttiğine göre Sellers’ın aksanı kusursuz biçimde yapması sadece on dakikasını almış. Çekimlere başlanmış, ilk planlardan biri çekilirken Sellers bileğini burkmuş. Doktor daracık B52’nin içinde yapması gereken hareketleri yapamayacağını belirtmiş. Yeni bir oyuncu bulmak zorunda kalan yapımcılar John Wayne'e teklif götürmüşler, cevap vermeye tenezzül bile etmemiş. "Bonanza" TV dizisinin baş rol oyuncusu Dan Blocker ise filmi fazla solcu bulup oynamayı reddetmiş.

Bu arada Kubrick o rolü kimsenin Sellers gibi oynamayacağını düşünmekte, hiç olmazsa fiziksel özellikleri bire bir uyan bir oyuncu bulmak istemektedir. "One-Eyed Jacks-Tek Gözlü Jack" filminden anımsadığı Slim Pickens'ı seçer ama Pickens'a senaryoyu vermez, hikayeyi anlattırmaz, hatta filmin kara komedi olduğunu bile söylemez; ondan bir dramdaki gibi oynamasını ister.

Yani Slim Pickens, birkaç örneğini verdiğimiz o çılgın sahneleri oynarken filmin komedi olduğunu bilmemektedir…

Sarhoş Başkan
1952 ve 1956'da Demokrat Parti'den Başkan adayı olan Adlai Stevenson'dan esinlenerek yaratılan ABD Başkanı Muffley, Sellers’ın canlandırdığı ikinci karakterdir. Bu kez Sellers olağanüstü ciddidir, dramatik oyunculuğu bir an bile boşlamaz, canlandırdığı karakterin komik algılanmasına izin vermez, bazıları tüm sinema tarihinin en çılgın diyalogları arasında sayılan repliklerini trajik bir ciddiyetle söyler. Bu sırada Kubrick, yıllar sonra bir başka General’i canlandırdığı “Patton”daki dramatik oyunculuğuyla Oscar kazanacak olan George C. Scott’ı en uç noktada komik oynatmakta, Scott ile Sellers arasındaki tezattan yararlanmaktadır. İki adamın karakterleri ve iki oyuncunun oyun tarzları o kadar farklıdır ki, birbirlerini desteklerler, örneğin Sellers’ın ciddiyeti Scott’ı daha da komik algılamamızı sağlar.

Bu yapı Kubrick’in eleştirilerine hizmet eder: Muktedir olamayan Başkan Muffley tavuğa, egosu kabarık Turgidson horoza benzer. Kümeslerde olduğu gibi burada da iktidar horozlara bırakılırsa ilk fırsatta karşı mahallenin horozlarıyla kavgaya tutuşacaklardır. İktidarın tavukta olması iyidir ama o da -tavuk olduğu için- horozları zaptetmekte zorlanmaktadır. Tavukta horozumsu özellikler biraz daha gelişmiş olsa sorun çözülecek fakat bu kez de tavuk horozlanmaya başlayacaktır (bakınız şimdiki ABD Başkanı Bush’un tavırları)… Sonuçta tüm sorun yine insanların horozsu özelliklerinden kaynaklanmaktadır.

Kubrick’in -Scott’ın muhteşem oyunculuğunun da yardımıyla- asıl alay ettiği kişiler horozlardır, çünkü eğer çıkacaksa 3. Dünya Savaşı’nı başlatacak olan onlardır.

Kubrick bu adamların horozsu özelliklerinin altını çizmek için en olmadık sahneleri yazdırmış, çekmiştir. Örneğin bir ara Savaş Odası’nda Başkan’ın toplantıya çağırttığı Sovyet Büyükelçisi Sadesky ile Turgidson arasında arbede çıkar, iri kıyım, yaşlı başlı iki adam Başkan’ın önünde itişip kakışırlar. Başkan Muffley filmin en ünlü diyaloğunu eder: “Beyler burada kavga edemezsiniz; burası Savaş Odası”… (Amerikan Film Enstitüsü bu repliği, tüm sinema tarihinin en güzel 64. diyaloğu seçmiştir).
General, Sadesky’yi minyatür bir kamera ile duvarda asılı SSCB’ye yönelen uçakların yerlerini ve hedeflerini gösteren haritanın fotoğrafını çekerken yakaladığını iddia eder. Büyükelçi ise kamerayı cebine Turgidson’ın koyduğunu…

Sadesky ABD yetkililerinin ulaşamadığı SSCB Başkanı’nın o anda eğlenmekte olduğu yerin numarasını verir, iki Başkan görüşmeye başlar. Muffley -filmde hiç görünmeyen, hatta sesi de duyulmayan- SSCB Başkanı’na konuyu anlatmakta zorlanır (Bazı bölümlerini Sellers’ın doğaçlama çıkardığı bu unutulmaz görüşmenin diyalogları için bakınız: Filmden Seçme Replikler). Muffley SSCB hava kuvvetlerinin ABD uçaklarını düşürmesini teklif eder. Tam yerlerini ve rotalarını Amerikan tarafı verecektir. Sarhoş Kissof Muffley’e, Omsk Merkezi Hava Savunma Üssü’nü aramasını söyler. Muffley ondan telefon numarasını ister, Kissof hatırlayamaz, Omsk ana operatöründen alabileceklerini belirtir. Böylece sinema tarihinin en absürd Başkanlar görüşmesinin ilk bölümü tamamlanır.

Kıyamet silahı
Kissof Sadesky’yi telefona ister, Büyükelçi dinler, kıpkırmızı kesilir: Ruslar Amerikan uçaklarını düşürecektir ama bir sorun daha vardır: SSCB, dünya üzerindeki tüm yaşamı bitirecek bir Kıyamet Silahı geliştirmiştir. B52’lerden birinin hedefi vurması halinde silah otomatikman devreye girecektir ve durdurulması imkansızdır. On ay içinde dünya yüzeyi ayınkine benzeyecek, 93 yıl sürecek bir radyasyon bulutu yeryüzünü kaplayacaktır.

Kıyamet Silahı da o günlerde gündemde olan bir olgudur. Hidrojen bombasının yapımı sürecine de katılmış, daha sonra -nükleer savaş konusunda çalışmalar yapılması amacıyla General Arnold tarafından kurulan- RAND’da yüzlerce nükleer savaş senaryosu tasarlamış bir bilim adamı olan Herman Kahn, Kıyamet Silahı fikrini geliştirmiş, 1960 ve 61’de yayımlanan iki kitabında konuyu enine boyuna anlatmış. Proje gerçekleştirilmemiş ama kimse fikri saçma da bulmamış. Zaten Kahn çok önemsenen biriymiş, teorileri tüm Soğuk Savaş yılları boyunca Amerikan askeri stratejisinin bel kemiğini oluşturmuş. Onun ve RAND’daki çalışma arkadaşlarının ABD savunma politikaları üzerindeki etkileri, geliştirdikleri tüm teoriler Vietnam savaşında çökünce bitmiş.

Kahn ve benzerlerini filmde Dr. Strangelove simgeler. Sellers’ın ağır Alman aksanıyla ve fars tarzında oynayarak canlandırdığı nükleer bilim adamı Dr. Strangelove, ABD hükümetinin Silah Araştırma ve Geliştirme Bölüm Başkanı’dır. Bu karakter aracılığıyla Kubrick çeşitli Soğuk Savaş ve nükleer savaş teorisyenlerini de tiye alırken (Bakınız: Kim Bu Strangelove?) az bilinen bir gerçeği de açıklar: ABD savaş suçlusu Nazilerin bir kısmını uluslar arası mahkemeye teslim etmemiş, tersine maaşa bağlamıştır.

Yihhu… Yihhu…
Kubrick nükleer savaşın başladığı anı da dehasına yaraşacak biçimde düzenlemiştir: Cüzam Kolonisi Rus füzesinden hasarla kurtulmuş, yakıt kaybı yüzünden birincil hedefleri Laputa’ya varamayacakları için yakın bir hedefe yönelmiştir. Bombalama için her şey hazırdır ama bomba kapakları bozulmuştur. Kong uçağın alt katına iner, bomba kapağını tamir edip açmaya çalışır. Tam bunu başardığında hedefe de varmışlardır, bomba uçaktan ayrılırken Binbaşı Kong da üzerindedir, rodeodaymış gibi, hidrojen bombasına vahşi bir ata biner gibi binmiş, bir eliyle şapkasını sallayıp “yihhu, yihhu” diye çığlıklar atarak Rus topraklarına doğru hızla alçalır…

B52 hedefi vurmuş, Kıyamet Silahı otomatik olarak devreye girmiştir. Dünyada hayatın biteceği artık kesindir… Ama öyküyü böyle uç bir noktaya taşıyan Kubrick’in eleştirmek istediği şeyler bitmemiştir. Sırada Kahn ve benzerlerinin geliştirdiği savaş sonrası teorileri vardır.

Dr. Strangelove, arada yanlışlıkla Muffley’e “Mein Führer” diye hitap ederek her şeyin sone ermediğini açıklar: Birkaç yüz bin kişiyi madenlere taşımak ve orada yüz yıl yaşatmak mümkündür. Nükleer enerji sayesinde hayat yeraltında devam edecektir. Bilgisayar insanların yaş, sağlık ve doğurganlık durumu ve yeteneklerini dikkate alarak kurtarılacakları belirleyecek ve tabii ki, “yeni kurulacak toplumda liderlik prensiplerinin ve geleneklerinin yaşatılabilmesi amacıyla” ülkenin üst düzey yöneticileri ve komutanlar listede yer alacaktır. Her erkeğe on güzel kadın düşmesi sağlanacak, zaten aşağıda bol zaman ve yapacak az şey olacağı için nüfus hızla artacaktır.

Film adını bu gelecek tasarımından alır. Doktor’un “tuhaf aşk” ütopyası, aslında aşkın önemini yitireceği, ağır bir devlet kontrolü altında yaşayan insanların insanlığın çıkarları uğruna mekanik bir biçimde seks yapmak zorunda kalacakları, ama modern hayat biteceği için halihazırdaki sorunlarından kurtulacakları, sonuçta -tabii ki bir Nazi’nin bakış açısına göre- herkesin “endişelenmeyi bırakıp bombayı seveceği” bir dünya tasarımıdır.

Nazizm kökenli bu düşünceleri herkes beğenir ama Turgidson kaygılıdır: “Biz madenlerde hayat kurmaya çalışırken ya Ruslar bir iki bomba saklarsa bir kenara?” Bir general ona hak verir: “Ya madenlere sinsi bir saldırı düzenlerlerse?”

Onlar bunları konuşurken Rus elçisi de saatindeki gizli kamerayı kullanarak -artık hiçbir önemi kalmamış- haritanın fotoğrafını çekmektedir!..

Turgidson Muffley’e böyle bir saldırı ihtimaline karşı tetikte olmaları gerektiğini anlatırken Strangelove ayağa kalkar: “Benim bir planım var…” Ayakta olduğunu fark edince şaşırır ve sevinir: “Mein Führer, yürüyebiliyorum.”

O an, Strangelove 1945’de biten düşlerinin tekrar canlanacağını anlamıştır; yani aslında tekerlekli iskemleden kurtulup dirilen onun simgelediği düşünce, yani faşizmdir…

Gerçek nükleer bomba denemelerinde kaydedilmiş görüntüler perdeye bir biri ardına gelmeye başlar: Mantar bulutlar gökyüzüne yükselir. Bu görüntülerin üzerinde Vera Lynn’in 2. Dünya Savaşı sırasında çok ünlü olan iyimser, duygusal şarkısı duyulur: “We'll Meet Again” (“Bir Gün Tekrar Buluşacağız”).

Kubrick’in bu şarkıyı o sahnede kullanmasının iki nedeni olabilir: 2. Dünya Savaşı’nda geniş kitleler savaşa karşı çıkmamış, çocuklarını cepheye bu şarkının simgelediği iyimserlikle yollamışlardır. O savaşa (ve dolayısıyla o savaşı başlatanlara) evet dendiği için, onlar iktidarlarını sürdürmüş ve bir sonraki savaşı başlatmışlardır.

Geleceğe yönelik anlam ise şudur: Sanki o an şarkıyı başta Savaş Odası’ndaki kişiler olmak üzere savaşa sebebiyet verenler, dünya anaya yönelik olarak söylemektedirler. Onların iktidarı bırakmaya da, bakış açılarını değiştirmeye de niyetleri yoktur, bu durumda, radyasyon bulutunun yol açtığı zorunlu sürgün bitince uygarlık eskisine benzer biçimde gelişecek ve bir gün 4. Dünya Savaşı çıkacaktır… Horozu Dr. Strangelove olan bir kümes, nefret ve savaştan başka ne üretebilir ki?..

Bu finalle ilgili yönetmen Sydney Pollack’ın görüşü şöyle: “Filmin sonunda baş döndürücü bir keyif duydum. Bomba görüntülerinin üzerine o şarkı düşerken kendi kendime ‘Vay canına… Bunun arkasında nasıl bir hayal gücü var?’ dedim.”

Yanıt belli: Benzersiz…

Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb / Dr. Garipaşk
Yönetmen ve yapımcı: Stanley Kubrick
Senaryo: Stanley Kubrick, Peter George ve Terry Southern (Peter George'un “Red Alert” isimli romanından)
Görüntü yönetmeni: Gilbert Taylor
Kurgu: Anthony Harvey
Yapım tasarımı: Ken Adam
Sanat yönetmeni: Peter Murton
Kostüm: Bridget Sellers
Görsel efektler: Wally Veevers, Brian Gamby, Garth Inns, Mike Shaw, Alan Bryce
Müzik: Laurie Johnson
Oyuncular: Peter Sellers (Başkan Merkin Muffley, Yüzbaşı Mandrake, Dr. Strangelove), George C. Scott (Gen. Buck Turgidson), Sterling Hayden (Gen. Jack D. Ripper), Slim Pickens (Binbaşı King Kong), Keenan Wynn (Albay Bat Guano); Peter Bull (Büyükelçi De Sadesky)
1964, İngiltere yapımı, 93 dakika
DVD Firması: Tiglon / Sony Pictures Home Entertainment.

Film+, sayı: 17, Ağustos 2006

Meraklısına, "Dr. Strangelove" hakkında...



Zamanla anlaşıldı
“Dr. Strangelove” Film, Yönetmen, Uyarlama Senaryo ve Erkek Oyuncu (Peter Sellers) dallarında 1965 Oscar’larında yarıştı, fakat hiçbirini alamadı. O yıl “My Fair Lady” yılıydı ve Akademi üyeleri bu dört ödülün üçünü o filme vermeyi daha uygun buldular. Peter Sellers yerine Rex Harrison seçilirken, yönetmen Oscarı da George Cukor’a verildi.

Bu sonuç bir açıdan normaldi; Akademi üyelerinin çoğu muhafazakardı ve sadece filmdeki Başkan’ın adı bile filmin Akademi çevrelerinde lanetlenmesine yeterdi.

Oscar alamamasının bir başka nedeni de Kubrick’in çağından çok ileri olmasıydı, ki aynı handikapı Orson Welles daha önce yaşamıştı. Sydney Pollack açıklıyor: “Gösterime girip de tartışma yaratmayan bir Kubrick filmi olmadı… Film afişe çıkar, bazıları çok ağır eleştirir, yerden yere vurur, aradan on yıl geçer, film başyapıt ilan edilir.”

En İyi İngiliz Filmi ve En İyi Sanat Yönetmeni (Ken Adams) dallarında BAFTA ödülüne değer görülen film, En İyi İngiliz Senaryosu, En İyi İngiliz Erkek Oyuncu (Sellers) ve En İyi Yabancı Oyuncu (Sterling Hayden) dallarında ise adaylıkla yetindi.

En İyi Avrupa Filmi dalında Bodil ödülüne (Danimarka) değer bulunan “Dr. Strangelove”, en önemli bilim-kurgu ödülü olan Hugo’yu da kazandı. Kubrick, “Lolita”dan sonra ikinci kez DGA (Amerikan Yönetmenler Birliği) Ödülü’ne aday gösterildi ama kazanamadı (Sonraki yıllarda DGA üç kez daha onu aday gösterecek ve başka insanların Kubrick’ten daha iyi yönetmen olduğuna karar verecektir).

1989’da Ulusal Film Koruma Kurulu’nca seçilen “Dr. Strangelove”ın senaryosu da En İyi Amerikan Komedisi dalında WGA (Amerikan Yazarlar Birliği) ödülünü kazandı.

Çoğu Kubrick filmi gibi “Dr. Strangelove” da zamanla daha iyi anlaşıldı, daha çok takdir edildi: Entertainment Weekly dergisince düzenlenen soruşturmada, okur oylarıyla tüm zamanların En İyi 14. filmi seçilen yapıt, Amerikan Film Enstitüsü’nün En İyi 100 Komedi Filmi listesinde üçüncü sırada yer aldı. Yine AFİ’ne göre “Dr. Strangelove” sinema tarihinin en önemli 26. filmi. Total Film dergisinin okurlarına göre 24. En İyi Komedi Filmi olan eser, Filmcritics.com sitesinin eleştirmenlerine göre ise tüm zamanların en komik filmi. ABD’nin en ünlü film eleştirmeni olan Roger Ebert de filmin “gelmiş geçmiş en başarılı politik taşlama” olduğunu söylüyor.


Strangelove ve seks
Kubrick için nükleer savaş tehdidi ve Soğuk Savaş, erkeklerin cinselliğe yaklaşımıyla, daha doğrusu kendi cinsel kimliklerine verdikleri önemle birlikte ele alınması gereken olgulardı. Dolayısıyla filmde cinselliğin önemli yer tutmasını istiyordu.

Ve Kubrick sözünü sakınmayan bir adam olduğundan filmin seksle ilişkisini daha jenerikten başlayarak ortaya koydu.

İki uçak havadadır, aralarındaki -erkek cinsel organına çok benzeyen- boru aracılığıyla biri ötekinin deposunu doldurur. Bu sırada fonda ünlü pop klasiği “Try A Little Tenderness” çalmaktadır. Şarkı cinsellikle ilişkilidir ve söz yazarı, bir erkeğe “Biraz Şefkatli Ol” demektedir, tabii ki kastettiği seks sırasındaki davranışlardır.

Cinsellik, filmde işlenen olayların, yani sonuçta dünyanın yok olmasının temel nedeni olarak karşımıza bir kez daha çıkar: General Ripper’in yürekten inandığı komployu (vücut sıvılarının zehirlenmesi) açıklarken taşıdığı eda, iktidarsız olduğunu ima eder. Sanki bir alanda kaybettiği iktidarı başka bir alanda aramaktadır. Bunu doğrularcasına, Mandrake’ye teorilerini ve planlarını anlattığı sahnelerde elinde olan dev puro (fallus simgesi) emrindeki askerler teslim olunca yok oluverir.

Ayrıca anlatmakta olduğu gelecek tasarımından heyecanlanan Strangelove’ın tekerlekli iskemleden fırlayıp, ayakta olduğunu fark edince “Mein Führer… Yürüyebiliyorum.” diye çığlık atmasının ereksiyonu simgelediği konusunda neredeyse tüm uzmanlar hemfikir. Çünkü o an Strangelove’ın iktidara kavuştuğu andır.

Tuhaf aşk, tuhaf adlar
Filmde cinselliğin yerini en çok vurgulayan unsur ise karakterlere konan isimler.

ABD Başkanı’nın ilk adı Merkin, argoda kadın cinsel organı anlamına geliyor, soyadı Muffley ise cinsel organ çevresindeki kıllı bölge demek.

SSCB Başkanı Dimitri Kissoff’un soyadı “öpmek” fiilinden, Rus Büyükelçisinin soyadı olan Sadesky ise “sadist” kelimesine de kaynaklık eden cinsel deneyimleriyle ünlü yazar Sade’nin isminden türetilmiş.

George C. Scott’ın canlandırdığı generalin adı “buck”, “aygır” demek, soyadındaki “turgid” biyolojide “patlayacak denli sıvıyla dolu” anlamında kullanılıyor, “son” ise “oğul” anlamına geliyor, yani “Aygır Ereksiyonoğlu”…

Mandrake karakterini canlandıran Sellers'ın tipi ve özellikle bıyığı, ismin kökeninin 1911-1993 yılları arasında yaşayan ünlü sihirbaz Leon Mandrake olduğunu düşündürüyor (aynı isimli çizgi roman kahramanı da ondan esinlenilerek yaratılmıştı). Fakat bu ismin cinsellikle ilişkili bir referansı da var: Mandrake cinsel istek ve gücü artırdığı söylenen bir bitkinin adı.

King Kong ünlü dev gorilin ismi, o goril ise ilkel, yıkıcı cinsel tutkunun sinema tarihindeki en çarpıcı örneği.

Üssü ele geçiren birliğinin komutanı Albay Bat Guano'nun adı da "yarasa pisliği" anlamına geliyor.

Tüm bunlar içinde en komik isim saldırıyı başlatan General Jack D. Ripper’ınki. Bu subay İngiltere tarihinin ünlü seri katili Karındeşen Jack’in ismini taşıyor, hatta benzerliği tamamlamak amacıyla senaristler araya (okunuşu “the” ekine benzeyen) “D” harfini bile koymuşlar. Burada da cinsellikle bağlantılı bir durum var çünkü Jack the Ripper sadece fahişeleri öldürüyordu.

Ayrıca, Laputa adının iki kökeni var: ilki, “Güliver’in Seyahatleri”nden, Laputa çılgın bilim adamlarının yaşadığı bölgenin adı. Ve eğer “La Puta” diye düşünülürse bu kez sözcük İspanyolca’da “orospu” anlamına geliyor. Binbaşı King Kong’un bombanın üzerinde inişe geçtiği unutulmaz plan, sözcüğün bu ikinci anlamının da dikkate alındığını gösteriyor.


Kim bu Strangelove?
Tekerlekli koltuğa mahkum eski Nazi ve Asi El Sendromu hastası Dr. Strangelove, sinema tarihinin en renkli karakterlerinden biri... Kimden hareketle yaratıldığının belirlenememesi ününü artırmış, strateji ustası Stanley Kubrick ser verip sır vermediği için de bu tartışma günümüze kadar gelmiş… Bu konuda birkaç olasılık var:
Nükleer savaş hakkında kitapları da bulunan ABD’nin eski Dışişleri Bakanlarından Henry Kissinger da Almanya doğumlu. Belirgin aksanıyla tanınıyor ve Strangelove gibi soğuk bir zekası var.

Eski Nazi roket bilimcisi olup savaştan hemen sonra ABD hükümeti için çalışmaya başlayan Werner von Braun, insani değerlere hiç aldırmayan soğuk teorilerle dolu kitapların da yazarı.

Macar fizikçi Edward Teller da adaylar arasında çünkü Teller atom bombası üzerinde çalışmış ve onun teorik çalışmaları sayesinde hidrojen bombası geliştirilmiş. Ayrıca Teller, SSCB ile ABD arasındaki nükleer silah yarışını engellemeye çalışan teorik fizikçi Robert Oppenheimer’ı vatan hainliğiyle suçlamasıyla da ünlü.

Sinema otoritelerinin en çok desteklediği aday ise “Savaş korkunç bir şey, ama barış da öyle” sözünün sahibi, “On Thermonuclear War” (Termonükleer Savaş Hakkında) başlıklı kitabın yazarı, ünlü nükleer savaş teorisyeni Herman Kahn… Bilim dergisi Scientific American kitabın: “tüm yönleriyle kitle imhasını incelediğini” yazmış, “nasıl planlarsınız, nasıl uygularsınız, sorumlusu olduğunuzu nasıl gizlersiniz, nasıl haklı gösterirsiniz”… Ayrıca Kahn, RAND’in en eski çalışanlarından biri. Strangelove’ın filmde RAND’e gönderme yapması ve onun kitaplarında savunduğu fikirlere çok benzer düşünceleri (madenlerdeki yaşam, her on kadına bir erkek vs.) dile getirmesi, Kahn olasılığını güçlendiriyor. Kahn’ın Strangelove’a benzemeyen özellikleri ise ABD’de doğması ve Nazizm’le ilişkisinin bulunmaması… İlginçtir, filmden sonra Kahn’a Dr. Strangelove hakkındaki düşünceleri sorulduğunda şu yanıtı vermiş: “Pentagon’da üç haftadan fazla çalışamazdı… Fazla yaratıcı…”

Strangelove’la ilgili bir başka ilginç not ise çoğu sinema eleştirmeninin Doktor’la 1927 tarihli ünlü Fritz Lang klasiği “Metropolis”teki Rotwang isimli bilim adamı arasında epeyce benzerlik bulmaları. Kubrick bu konuda da sessizliğini korumuş…


Filmden seçme replikler
Filmde kullanılan repliklerin epey bir bölümünün doğaçlama çıktığı çeşitli kaynaklarda belirtiliyor. Hatta George C. Scott bir röportajında filmin senaryosunda tüm oyuncu kadrosunun adının bulunması gerektiğini söylemiş. Fakat şunu da eklemiş: “Tanıdığım tüm insanlar içinde en tuhaf mizah duygusu Kubrick’te vardı.”

Ripper: “Sen hiç su içen bir komünist gördün mü Mandrake? Sadece votka içiyorlar, değil mi? Su tüm hayatın kaynağı. Dünyanın yüzde 70’i su, insanın onda yedisi su. Ve sen ve ben insan olduğumuz için değerli vücut sıvılarımızı suyla ikmal etme ihtiyacı içindeyiz. (…) Suya flor katılması Mandrake, bugüne kadar karşılaştığımız en iğrenç ve tehlikeli komünist tezgahıdır.”

Muffley: “Aloo?... Dimitri, merhaba… Seni iyi duyamıyorum, müziği bir parça kısabilir misin lütfen?.. Hah, böyle çok daha iyi… Evet, seni şimdi gayet iyi duyabiliyorum Dimitri. Sesin temiz, net ve gayet iyi geliyor. Benimki de iyi geliyor, değil mi?.. İyi öyleyse, harika, senin dediğin gibi ikimizinki de gayet iyi geliyor. Güzel… İyi olman harika ve… ve ben de iyiyim... Sana tüm kalbimle katılıyorum Dimitri, iyi olmak harika bir şey… Şimdi, Dimitri, dinle bir saniye… hani hep bombayla ilgili bir terslik olma ihtimalini konuşurduk ya... Bomba diyorum Dimitri, hidrojen bombası. Şimdi… Olan şey.. tam da bu… Üs komutanlarımızdan biri, bir tür… nasıl desem… kafayı biraz oynatmış… Bilirsin böyle şeyleri… Birazcık… Gitmiş, tuhaf bir şey yapmış... Ne yaptığını sana söyleyeceğim Dimitri… Uçaklarına sizin ülkeye saldırma emri vermiş… Bitirmeme izin ver Dimitri… Ben nasıl hissediyorum sence?.. Seni niye arıyorum ki, öylesine arkadaşça muhabbet etmek için mi?.. Canım tabii ki seninle sohbet etmek hoşuma gidiyor. Tabii ki sana merhaba demek çok güzel. Sadece şimdi değil, her zaman güzel, Dimitri…”

Turgidson: “Bir an evvel tüm gücümüzle bütün hava sahalarına ve füze üslerine saldırırsak onları pantolonları inik yakalama şansımız olur.”

Ripper: “Clemenceau savaşın generallere bırakılamayacak kadar önemli olduğunu söylemişti. 50 yıl evvel bunu söylediğinde herhalde haklıydı. Fakat bugün savaş politikacılara bırakılamayacak kadar önemlidir. Onların ne zamanları, ne eğitimleri, ne de stratejik düşünmeye eğilimleri var. Komünist sızmaları, komünist yıkıcılığını, komünist beyin yıkamaları ve değerli vücut sıvılarımızın saflığını bozmak için düzenlenen uluslar arası komünist komploları daha fazla seyretmeyeceğim.”

Muffley: “Ben de üzgünüm, Dimitri… Çok üzgünüm… Tamam, sen benden daha üzgünsün, ama ben de üzgünüm… Ben de senin kadar üzgünüm, Dimitri! Senin benden daha üzgün olduğunu söyleme çünkü ben de senin kadar üzgün olma kapasitesine sahibim… Demek ki ikimiz de çok üzgünüz, anlaştık mı?... Tamam, anlaştık.”

Ripper: “Gizlice yapılan florlama çalışmaları var, tuzu, çorbayı, meyve sularını, sütü, dondurmayı… Dondurma Mandrake, çocukların dondurması!..”

Turgidson: “Şu Kıyamet silahlarından bir tane de bizde olsun isterdim valla.”

Muffley: “O uçağı düşürmeniz lazım Dimitri. Alçaktan uçtukları ve radarlarınıza yakalanmadıkları için üzgünüm, ama onlar bunun için eğitildiler zaten. Bu onların insiyatifinde Dimitri… Dinle bak, uçağın tam olarak nereye gittiğini biliyorsunuz ve eminim tüm hava gücünüz tek bir uçağı durdurmaya yetecektir. Demek istediğim, o Kıyamet Silahı’nın çalışması hiç birimize yaramaz, di mi?.. Dimi… Dimitri, böyle bir anda isterik davranmanın hiç manası yok! Konuşurken ayağın yerde kalsın Dimitri… Sana bir tavsiyede bulunabilir miyim?... Bak Dimitri, elinizdeki her şeyi o iki bölgeye yığın, kaçırmanız mümkün değil, di mi?”


Terry Southern
Kubrick’in Terry Southern’le çalışmak istemesinin en önemli nedeni yazarın hicve yatkınlığı ve bu alandaki başarısıydı. Onu “Dr. Strangelove” için uygun kılan iki önemli özelliği daha vardı: Filmde Rusya’ya nükleer bomba atmayı başaran uçağın komutanı King Kong gibi o da doğma büyüme Teksas’lıydı ve 2. Dünya Savaşı’nda orduda görev yapmıştı.

1958'de yayımlanan ilk romanı “Flash and Fligree”den itibaren başarılı taşlamalarıyla dikkat çeken Southern’in ilginç çalışmalarından bir diğeri "Candy" adını taşıyor. Voltaire'in ülkemizde de iyi tanınan "Kandid ya da İyimserlik" eserinden hareketle yazdığı roman, Christian Marquand tarafından 1968'de sinemaya uyarlandı. Ertesi yıl ise “The Magic Christian” filme alındı, başrolde romanı çok sevdiği bilinen Peter Sellers vardı.

Terry Southern, “Dr. Strangelove” ile başladığı senaristliği sürdürdü. Yazımına katıldığı filmler arasında Norman Jewison'ın Steve McQueen'li poker filmi "The Cincinnati Kid" (1965), John Fowles'ın ünlü romanından William Wyler'ın uyarladığı "The Collector-Koleksiyoncu" (1965), bir Hollywood mezarlığında çalışmaya başlayan genç bir İngiliz şairini anlatan Tony Richardson filmi "The Loved Ones" (1965) ve "Barbarella" (Roger Vadim, 1968) da bulunuyor. Peter Fonda ve Dennis Hopper ile birlikte yazdığı Rock kuşağının efsane filmi "Easy Rider"la (1969) ikinci kez Uyarlama Senaryo dalında Oscar adaylığı kazanıyor.

Büyük Hollywood stüdyolarından birinin porno film yapmaya çalışması üzerine kurulu olan "Blue Movie" isimli romanının film çalışmaları halen devam etmekte. Yönetmen Michael Dowse.


Asi el
Dr. Strangelove’ın bir kolunun kendisinden bağımsız hareket etmesinin nedeni Doktor’un, Asi El Sendromu (AES) hastası olması. İnme veya beyin hasarı sonucu oluşan sinirsel bir rahatsızlık olan AES, beynin iki yarım küresini birleştiren sinirlerin tahrip olmasından kaynaklanır. Hastanın bir eli bağımsız olarak hareket etmeye, sahibinin arzu etmediği şeyler yapmaya başlar. Alien Hand Syndrome adıyla bilinen rahatsızlığa filmden sonra Dr. Strangelove Sendromu da denmeye başlanmıştır.
Doktorun neden böyle tasarlandığı sorusunun yanıtı ise, Strangelove’ın Nazi kimliğinde yatar.

Bir elin bağımsız hareket etmesi olgusu, “Mad Love” (Karl Freund, 1935), “The Hand” (Oliver Stone, 1981), “The Man with Two Brains” (Carl Reiner, 1983), “Liar Liar” (Tom Shadyac, 1997) filmlerinde ayrıca Stanislav Lem’in “Peace on Earth” romanında, Clive Barker’ın “The Body Politic” ve Ray Bradbury’nin “Fever Dream” isimli kısa öykülerinde de kullanılmıştır.


Madde Madde “Dr. Strangelove”
Komedi filmlerini inceleyen “Going Too Far” (Çok İleri Gitmek) isimli kitabında Tony Hendra “Dr. Strangelove”ın “gürleyen mizah”ın en güzel örneklerinden biri olduğunu yazar. Bu tarzın özellikleri, Hendra’nın belirlediğine göre, “güçlü bir düzen karşıtı tavır, koyu hatta karanlık ton ve modern hayat hakkında rahatsız edici sorular içermesi”dir…

Güvenlikle ilgili nedenlerle ABD Hava Kuvvetleri film ekibine B52 uçağının içini inceleme izni vermez. Kubrick ve ekibinin ellerinde sadece bir B52’yi dışından gösteren bir fotoğraf vardır, seti tahminde bulunarak inşa ederler. Kubrick’in efsanevi mükemmeliyetçiliği ve Ken Adams’ın yeteneği sayesinde olsa gerek, yaptıkları set gerçeğe o kadar benzer ki Hava Kuvvetleri gizlice bir B52’nin içine girip fotoğraf çektiklerinden şüphelenir... Yıllar sonra Ridley Scott ekibine filmi izlettirir ve B52’nin içinde geçen sahnelerde makinelerin insanın üstüne geliyormuş gibi olduğuna dikkat çeker. “Alien-Yaratık” filmindeki uzay gemisi setlerinin aynı klostrofobik hissi vermesini istemektedir.

Başkan seçildiğinde Reagan Savaş Odası'nı görmek ister, fakat tabii Pentagon’da öyle bir salon yoktur.

Filmi siyah beyaz çekecek olmasına rağmen Kubrick, Savaş Odası’ndaki masaya yeşil örtü serilmesini ister; onun gözünde o masadakiler dünya üzerine kumar oynamaktadırlar ve örtü yeşil olursa oyuncular bu hissi yaşayabileceklerdir. Öte yandan çoğu eleştirmen, Savaş Odası’nın tasarımının zaten oyun temalı olduğunu savunur: Üzerinde ışıklar yanıp sönen dev SSCB haritası tilt makinesine, yuvarlak masa ise rulet masasına benzetilir.

The Economist dergisinin 11 Mart 2006 tarihli sayısının kapağında ABD Başkanı Bush kovboy giysileriyle bir nükleer bombanın üzerinde dünyaya düşerken gösterilir. Güya Bush “Dr. Strangedeal or: How I learned to stop worrying and love my friend's bomb” isimli bir filmde baş rol oynamaktadır... Dilimize “Dr. Tuhafanlaşma veya Kaygılanmayı Bırakıp Arkadaşımın Bombasını Sevmeyi Nasıl Öğrendim” biçiminde çevrilebilecek bu esprinin kaynağı ABD’nin Hindistan’ın nükleer silahlarına göz yumacağını belirleyen ikili anlaşma.

Filmin ilk test gösterimi 22 Kasım 1963’te yapılacaktır, ancak o gün Başkan Kennedy’nin öldürülmesiyle sadece o gösterim değil, filmin vizyona gireceği tarih de iki ay ertelenir.

“Filmlerde Bir Hayat” belgeselinde Kubrick’in Sellers’ın performansını kaçırmamak için her tarafa kamera koydurduğu anlatılır. Sette bulunanlar Kubrick’in sadece bu filmi yönetirken seyirci gibi davrandığını söylüyorlar, plan çekerken bile özellikle Sellers’ın oyununa kahkahalarla gülermiş.

Dikkatle izlenirse, Pickens’ın yaşam kurtaran gereçleri saydığı sahnedeki ünlü repliğinde aslında “Dallas” kelimesini söylediği görülüyor. Kennedy Dallas’ta öldürülünce bu kelime dublajla “Vegas”a dönüştürülmüştür.

Bir söyleşisinde Southern, Peter Sellers’la ilgili şunları söylüyor: “Onunla çalışmak iki kişiyle çalışmak gibiydi. İnanılmaz yetenekli bir oyuncu. Çok hızlı doğaçlama yapabiliyor. Bir sahneyi veya karakteri birkaç dakika içinde yazılanın çok ötesine götürebiliyor.”

Sellers’ın makyajını tasarlayan Stuart Freeborn’un inanılmaz çalışmaları arasında “2001”in açılışındaki goriller ve “Star Wars-Yıldız Savaşları” filminin kantin sahnesindeki uzaylılar da bulunuyor.

Filmdeki tek kadın oyuncu olan Tracy Reed, “The Third Man-Üçüncü Adam” ve Oscarlarda “2001”i geçen “Oliver” gibi filmlerin yönetmeni Carol Reed’in kızı. Filmde tek sahnesi olan Reed’in fotoğrafı, B52’de King Kong’un okuduğu Playboy’da da bulunuyor.

Kubrick’in filmin finali için Savaş Odası’nda geçen, Rus Büyükelçisinin ve ABD Başkanı’nın da katıldığı bir turta savaşı sekansı çektiği biliniyor. Bu bölümün amacı iki süper devleti yönetenlerin aslında ne kadar çocuk ruhlu olduklarını göstermekmiş. Çektiği bölümleri seyrettiğinde Kubrick oyuncuların çocuklar gibi eğlendiklerini fark etmiş, sekansı fazla hafif bulmuş ve kullanmamaya karar vermiş.

Film+, sayı: 17, Ağustos 2006

Stanley Kubrick: Benzersiz kaşif


Kubrick için çok şey söylenmiştir: Mükemmeliyetçidir, yanında çalışanları çok zorlar, zekidir, donanımlıdır vs. vs. Tüm bunların içinde en önemlisi “kaşif” sözcüğü; onu en iyi anlatan sıfat bu.

Bazı insanlar vardır, dünyaya, dikkatlerini çeken her şeyi araştırmak için gelmiş gibidirler. İlgilerini çeken bir şeyi incelemeden duramazlar. Keşfetmek, anlamak ve anlatmak hayatlarının temel amacıdır.

Kubrick elinde neşterle dolaşıyormuş gibi görünen o insanlardan biridir. Filmlerinde ele aldığı temaları derinlemesine inceler, bununla da yetinmez, sinema sanatına ilişkin öğeleri de mercek altına alır.

“Barry London” (1975) Kubrick’in onuncu uzun metrajlı filmiydi ama ilk kez kostüme bir film yapacaktı. 18. yüzyıla ilişkin en güvenilir kaynağın o yıllarda yapılmış resimler olduğunu düşünüyordu, bunları inceledi, kostüm tasarımcısı, sanat yönetmeni gibi kişilere gösterdi, kostüm, mekan ve aksesuarlar hakkında uzun toplantılar yaptı. Resimleri görüntü yönetmeni John Alcott’la birlikte de incelediler. Özellikle ışık meselesi Kubrick’in kafasını kurcalıyordu. Gece sahnelerinde mum ışığından başka kaynak kullanmak istemiyordu ama daha evvel kimse böyle bir şey yapmamıştı.
Bir gün Kubrick Alcott’a gider, elindeki mercekleri gösterir ve “Bunları bu kameraya takabilir misin?” diye sorar. Nereden bulduysa Zeiss firmasının NASA için geliştirdiği, uzay fotoğrafçılığında kullanılmak üzere icat edilmiş mercekleri edinmiştir ve filmi onlarla çekmek niyetindedir.

Düşündüğünü yapar ve hiçbir dönem filminde olmayan, olağanüstü güzellikte görüntüler elde eder.

Kubrick budur.

Gider senarist Michael Herr’e, Gustav Hasford’un “The Short Timers” romanını uyarlamak istediğini söyler.

“Bir savaş filmi çekmek istiyorum.”

“Paths of Glory’yi çektin ya?..”

“Onu savaş karşıtı bir film olarak görüyorlar… Ben savaş filmi yapmak istiyorum. Konuyu ahlaki ya da politik olarak değil sadece bir olgu olarak ele almak istiyorum.”

Yani inceleyecek, anlayacak ve insanlığa anlatacaktır.

Dediği gibi de yapar, ortaya Martin Scorsese’nin “Savaşın neye benzediğini gerçekten anlatan tek film” biçiminde nitelendirdiği “Full Metal Jacket” (1987) çıkar. “Stanley Kubrick: Filmlerde Bir Hayat” belgeselinde Herr önemli bir noktaya dikkat çeker: “Filmin ikinci yarısı savaşa sanki Tanrı’nın gözüyle bir bakış. Yani olduğu gibi… Tüm yönleriyle…”

Herr’in Kubrick’e bir filmini anımsatması da anlamlıdır: Çünkü Kubrick kendini asla tekrarlamamıştır. Örneğin savaşı konu edinen üç filmi, “Paths Of Glory” (1957), “Dr. Strangelove” (1964) ve “Full Metal Jacket” birbirlerine hiç benzemezler, aslında bunlar üç ayrı türde eserdir.

Nobakov’dan uyarladığı “Lolita” (1962) ile Stephen King’den uyarlanan “The Shining” (1980) de birbirlerine hiç benzemezler… Kimin yönettiğini bilmeseniz bu ikisini ve örneğin “A Clockwork Orange-Otomatik Portakal”ı (1971) aynı kişinin çektiğini anlamanız çok zordur.

Çünkü Kubrick için önemli olan keşfetmektir. Sadece temaları, hikayeleri ve film karakterlerini değil, belirli film tarzlarını da keşfetmek… Dünyada keşfedecek bunca şey dururken incelediği, anladığı ve anlattığı bir olguyu, hem de aynı film biçimiyle tekrarlamak ona çok anlamsız gelir.

Tam da bu yüzden benzersiz filmler yapmıştır.

Bir Kubrick filmi için söylenebilecek en doğru cümle budur: Sadece başkalarının filmlerine değil, kendi eserlerine de hiç benzemez. Örneğin “2001: A Space Odyssey-2001: Bir Uzay Macerası” (1968) bilimkurgu eserleri kategorisinde özel bir yerde durur. Aynı şeyi örneğin “Alien-Yaratık” için de söyleyebiliriz, şu farkla ki öyküsü, öyküleme tekniği ve film boyunca ele alınan temalar bakımından da benzersizdir “2001”. Dahası da var; Arthur C. Clarke şu saptamayı yapıyor: “Stanley bir deneyim yaratmak istemişti, insanlar kendi hayat felsefelerine göre ondan mesajlar alacaktı”.

İşte bu cümleyi başka hiçbir film veya yönetmen için kuramazsınız.

Tipik Kubrick
Birbirine hiç benzemeyen tüm bu filmler, çoğunlukla, çekildikleri dönemin eğilimleri, Hollywood’un kuralları, ait oldukları türün şablonları açısından da eşsizdir çünkü Kubrick, neredeyse her filminde kendisinin o film için icat ettiği dramaturji anlayışını ve/veya tekniklerini kullanmıştır. Bir bilimkurgu filmini gorillerle açmak veya nükleer savaşla dalga geçmek veya filmi neredeyse iki farklı türde film olarak kurmak “tipik Kubrick” tavrıdır…

Bu “tipik” öğeler sayesinde, Kubrick’i iyi tanıyan birinin, ilk kez gördüğü bir filmi onun yönettiğini anlaması çok kolaydır. Çünkü Kubrick, hiçbir başka esere benzemeyen tüm o filmleri kendi üslubuyla yapmış, bir başka deyişle, tüm filmlerine kendi benzersiz imzasını atmıştır.

Ve bu arada, adım adım keşfederek inanılması gerçekten zor bir kariyeri inşa etmiş, yönetmenlerin değil, yapımcıların saltanat sürdüğü Hollywood’da, dilediği şeyi, canının istediği biçimde yapabilecek güç ve saygınlığı kazanmıştır. Time dergisinin sinema eleştirmeni Richard Schickel’in saptadığı gibi: “Bu çağda, bu uzlaşmaz filmleri yapıp da bu kariyeri elde edebilmiş” olması ayrıca ilginçtir.

Velhasıl Kubrick, benzersiz bir kaşiftir…

Film+, sayı: 17, Ağustos 2006