Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

9 Nisan 2010 Cuma

Baştansavmacılığın yitmeyen gölgesi

Bu eksiklik, kitaptaki kimi öğelerin filme aktarılmasında da kendini gösteriyor zaten. Atıf Yılmaz’ın, Erdinç, Esra, Erdal ve Ersin gibi insanları tanımadığı, oyuncu seçiminden tutun da, kostümlere, dekorlara kadar hemen her öğede kendini belli ediyor

Atıf Yılmaz’ın son filmi “Bekle Dedim Gölgeye”, çeşitli açılardan ilginç bir çalışma.

Filme bir romandan uyarlandığını göz önünde bulundurarak yaklaşmakta yarar var. Kuşkusuz ki film ile roman ayrı sanat yapıtları, bu nedenle de ayrı ayrı değerlendirilmeleri gerekiyor; ancak Atıf Yılmaz’ın filminin en belirgin özelliği senaryosundan kaynaklanan aksaklıklar; bir başka deyişle “uyarlama olmanın” sıkıntılarını taşıması.

Ümit Kıvanç’ın romanı bir dönemi birlikte yaşamış dört insanı, arkadaşlıklarını sürdürmüş Erdal, Ersin ve Esra ile, onlardan ayrı düşmüş Erdinç’in öyküsünü anlatıyordu. Romanın belirgin özelliği birkaç temayı birden sürdürmesiydi. Erdal’ın ve Ersin’in ölümleri, Erdinç’in bu ölümlerin cinayet mi intihar mı olduğunu belirleme çabası kitaba polisiye havası katarken, karakterlerin psikolojileri de enine boyuna işleniyordu… Bunların yanı sıra Kıvanç, mektuplar, yazılar, geriye dönüşler gibi birbirinden farklı anlatım öğelerini kullanmıştı. Bu özellikleriyle kitap birden fazla film için geniş malzeme içeriyordu.

Filmle ilgili sorun da burada başlıyor: Kıvanç’ın gerektiğinde sayfalarca anlatarak kullandığı pek çok malzeme filmde şöyle bir görünüyor, daracık zamanlara sıkıştırılmış biçimde yer alıyor. Esra’nın Erdinç’e işkenceye nasıl dayandıklarını anlattığı sahne gibi, kitapta olmadığı halde filme eklenen bölümler de işin içine girince film tam bir çorbaya dönüşmüş. Hem de öyle yaman bir çorba ki, hazmetmesi hiç kolay olmuyor. Doğrusu kitabı hiç bilmeden filmi izleyen seyircinin neyi ne kadar algıladığını çok merak ediyorum.

Merak ettiğim bir şey daha var: Atıf Yılmaz’ın bu filmde ne anlatmak istediği… Bu bir dönem filmi midir, kuşak eleştirisi mi yapmaktadır, polisiye midir, üçlü bir aşk ilişkisini mi anlatmaktadır… hiçbir şey belli değil!..

Çünkü “Bekle Dedim Gölgeye” böylesi bir kargaşaya ulaşmak için son derece uygun bir yoldan geçirilerek kotarılmış. Önce Ümit Kıvanç’ın yazdığı senaryo çok uzun olunca bu kez Barış Pirhasan çalışmış. Bu arada, belli ki senaryonun ön çalışmaları yapılmamış, kitaptan nelerin alınacağı, nelerin senaryo dışı bırakılacağı belirlenmemiş, tüm bu aşamalarda yeterince dikkat ve özen gösterilmemiş. Kitapta olmadığı halde filme katılan öğeler bunun en açık göstergesi. Yüzü yaralı adamın Erdinç’e taşla saldırması, Esra’nın Erdinç’le karşılaştığı sahnede söyledikleri, Erdinç’in karısıyla konuşması, üniversitedeki politik olaylar vb. tüm öğelerde kitabın mantığına aykırı yönler var. Filme emeği geçenler ne yazık ki Kıvanç’ı ve romanını anlamamış, o yüzden de anlatamamışlar…

Bu eksiklik, kitaptaki kimi öğelerin filme aktarılmasında da kendini gösteriyor zaten. Atıf Yılmaz’ın, Erdinç, Esra, Erdal ve Ersin gibi insanları tanımadığı, oyuncu seçiminden tutun da, kostümlere, dekorlara kadar hemen her öğede kendini belli ediyor. Örneğin, kitapta daha yoksul görünen karakterler filmde nedense varsıllaşmışlar. Erdinç muhabirken haber müdürü gibi bir göreve yükseltilmiş, Boğaz manzaralı evi, “laci” giysileriyle başka biri olmuş. İşte o başka Erdinç, kitaptaki Erdinç’in yaptıklarını yapınca da doğal olarak inandırıcı olamıyor. Aynı biçimde, Sacit’ten Savcı’ya diğer çoğu karakter de inandırıcı olmayan değişikliklere uğramışlar.

Bunların dışında iki nokta var ki, inanılmaz… Birincisi karakterlerin bugünde de, 70’lerde de sakallarıyla, bıyıklarıyla aynı olmaları. Örneğin Aytaç Arman filmin bugününde de tepesi hafif açılmış saçlarıyla olgun bir erkek görünümünde, 68’de de… Yirmi yılda, hem de yirmi yaşlarından kırk yaşlarına gelen insanlar nasıl bunca aynı kalır, anlamak mümkün değil.

İkincisi ise bir hesap hatası: ’68 kuşağı, ortalama 47 doğumlu insanlardan oluşuyor. Bu insanlar bugün 42-45 yaşlarındalar. Başrol oyuncularının hiçbiri bu yaşta göstermiyor. Hadi biraz kendimizi zorlayıp Soygazi ve Aytaç’ın 68’li olabileceğini düşünelim, taş çatlasın otuz yaşında gösteren Cüneyt Çalışkur ve Metin Belgin’i ne yapacağız?..

İşin ilginci aynı oyuncular geriye dönüşlerde adamakıllı yaşlı duruyorlar. Örneğin üniversite olaylarının gösterildiği sahnede, bu dört oyuncuyla diğer öğrenciler arasındaki yaş farkı çok belirginleşiyor.

Peki ya filmin diğer yönleri?.. Kısaca söylemek gerekirse sinemasal açıdan bizi hoşnut kılan öğeler yok denecek kadar az. Orhan Oğuz’un usta işi görüntüleri, Serdar Ateşer ve Ayşe Tütüncü’nün övgüye değer müzik çalışmaları ve Aytaç Arman’ın oyunu (bu arada Cüneyt Çalışkur ve Metin Belgin’in iyi niyetli çabalarının da altı içilmeli. Dileriz sinemamız bu iki genç oyuncuyu elinde tutar).

Geriye kalan her şeyse zaten Atıf Yılmaz’ın aceleciliğinin, baştan savmacılığının izlerini taşıyor…

Sinema Gazetesi, Sayı: 82, 7-13 Nisan 1991

Bekle Dedim Gölgeye
Yönetmen:
Atıf Yılmaz; Senaryo: Barış Pirhasan (Ümit Kıvanç’ın aynı adlı romanından); Yapımcı: Atıf Yılmaz, Bülent Hekimoğlu; Görüntü yönetmeni: Orhan Oğuz; Müzik: Serdar Ataşer, Ayşe Tütüncü; Kurgu: Tamer Eşkazan; Oyuncular: Hale Soygazi, Aytaç Arman, Metin Belgin, Cüneyt Çalışkur, Mehmet Gürhan, Kerim Soysal, Kemal Bekir, Füsun Demirel; 1990 Türkiye yapımı, 91 dakika; Yapımcı firma: Yeşilçam Film.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder