Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

18 Aralık 2009 Cuma

Sihirli sözcükler

Sinema hayatı en güzel taklit eden sanattır. Hayat büyüleyicidir, bu yüzdendir ki filmler de büyüler insanı.
Yani senarist bir büyü tarifi olan kişidir. Yazdığına benzer bir büyünün gerekliliğine inandığı için hazırlamıştır senaryosunu


Sinema dergisinde "Bir Senaryo Yazmak" başlıklı bir köşede senaryo tekniklerini anlatmaya çalışmıştım. Orada yayımlanan 22 yazı belli bir müfredatı takip ediyordu, karakter yaratmak konusunda kalmıştık.

Bu kez farklı bir dergide, değişik bir isimle devam ediyoruz. Aradan geçen yaklaşık 4 yıl sinema alanında pek çok değişikliği beraberinde getirdi, bunlar burada yayımlanacak yazıların mantığını da etkiledi; örneğin bu kez sinema filmlerine odaklanmayacak, en geniş biçimiyle senaryo teknikleri üzerinde duracağız.

Bu köşenin var olma sebebi ise değişmedi; yani senaryonun önemi... "Sihirli Sözcükler" adı bu önemi vurgulaması amacıyla seçildi.

Aslında sadece bir senaryoda yer alanlar değil, tüm sözcükler sihirlidir. Bir arkadaşım üniversite sınavına girmek üzere olan sevgilisine şu cümleyi yollamıştı: "Çözmeye çalıştığın her soruda kaleminin ucunda olacağım." Aşık olduğu erkekten bu mesajı alan kızın ruhu nasıl bir esrimeyle dolmuştur kim bilir?

Bilimsel araştırmalar kelimelerin bitkileri etkilediğini kanıtladığına göre, düşünün hele bir, ya insanlara neler yapar sözcükler?

Neler yapmaz ki...

Sözcükler duygulandırır insanı, yatıştırır, öfkelendirir, yıkım arzusuyla doldurur, ferahlatır, şaşırtır, aydınlatır, ağlatır... Sözcükler bir gerçeği sisler ardına itiverir, bir sırrı gözler önüne serer, yıllardır bastırılan bir duyguyu açığa çıkarır, insanı itirafa zorlar... Sözcükler tetikteki parmağı gevşetebilir, ağlayan bebeği susturabilir, umudu tükenmişe yaşama ümidi verebilir...

Senaryodaki sözcükler daha da sihirlidir.

Çünkü görüntünün yaratılmasına hizmet ederler.

Ve görüntü büyüleyicidir.

Senaryo bir tarifin adıdır
Senaryo "filme çekilmesi için yazılan metin" demek. Senarist bir film önerisi olan veya bir başkasının film düşüne ortak olan kişidir. O filmi yapabildiği en doğru ve güzel haliyle kağıt üzerinde tarif etmekle yükümlüdür. Senaryo bu tarifin adıdır. Filmin yapılması sürecinde görev alan kişiler (yönetmen, oyuncular, kostümcü vs) o tarife göre çalışacak, o tarifi yorumlayacak ve genişletecek, hepsinin emeği ve üretiminin bir araya gelmesi filmi, yani görüntüleri oluşturacaktır.

Senaryo olmazsa, film de olmaz.

Sihir olmazsa, büyü de olmaz.

Sinema hayatı en güzel taklit eden sanattır. Hayat büyüleyicidir, bu yüzdendir ki filmler de büyüler insanı.

Yani senarist bir büyü tarifi olan kişidir. Yazdığına benzer bir büyünün gerekliliğine inandığı için hazırlamıştır senaryosunu. Ün için, para için yazdığına bile inansa, sonuçta senaryosu insanları büyüleyecek bir esere dönüşecektir. Önce filmde görev alanlar, ardından seyirciler etkilenecek, ruhları genişleyecek, film bittiğinde öncekinden "daha fazla" hale geleceklerdir.

Filmi beğenmeseler bile...

Senarist doğru bir tarif yaparsa, sözcükleri yeterince sihir dolu olursa filmin etkisi de artar. Doğru tarifin nasıl oluşturulacağını ve sözcüklere daha fazla sihrin nasıl yüklenebileceğini önümüzdeki aylarda konuşacağız; şimdi büyüden bahsetmeyi sürdürelim.

"Eşkıya"da Baran'ın (Ş. Şen) ölmek üzere olan Cumali'ye (U. Yücel) söylediklerini anımsar mısınız? Büyüleyici bir andır o. Olağanüstü bir ölüm tarifi yapılır. Ruhu yücelten bir veda yaşanır...

Ruhu daraltan bir tanışmayı da anabiliriz yeri gelmişken: Örneğin mafyayla, "düşler ülkesi" ABD'nin karanlık yüzüyle... "The Godfather-Baba"nın ilk diyaloğu şudur: "Amerika'ya inanıyorum." (İngilizce diyalogda seçilen kelimeler "Tanrı'ya inanıyorum" derken kullanılan yapıyla aynıdır) O sahnede Don Corleone'nin (M. Brando) kucağındaki kediyi okşadığı, pelikülden evvel kağıt üstünde yer alır.

Senaryo perdede gördüğümüz insanlık durumlarını (kostüme, kadraj seçimine vs. karışmadan) tarif eder, örneğin "The Piano"da George'un (H. Keitel) Ada'nın (H. Hunter) tenini, çorabındaki küçük bir delikten okşamasını; "Angel Heart-Şeytan Çıkmazı"nda Louis Cyphre'ın (R. de Niro) uzun tırnaklarıyla yumurta soyuşunu; "Umut"un finalinde Cabbar'ın (Y. Güney) döne döne toprağı kazışını, sözün kısası, görüntüleri de yazar...

Bazen hem görüntüyü, hem diyalogları, bazense sadece sessizliği yazar.

Yerli yerinde kullanıldığında sessizlik, senaristin elindeki araçların en güçlüsü, en büyüleyici olanıdır.

Sessizliğin gücü
"Cast Away-Yeni Hayat"ın diyalogsuz (ve müziksiz!) geçen 75 dakikası ağızdan çıkan kelimelerden daha az vurucu değildir. Veya "Baraka" belgeselindeki görüntüler...

"Birdy" de Al'ın (N. Cage) arkadaşını o katatonik halden çıkarmak için yaptığı her şey dramatiktir, yine de aklımızda en çok Birdy'nin (M. Modine) kuş gibi tünemiş pozisyonda, çıplak duruşu kalır. Yani görüntünün büyüsü...

Tüm büyük ustalar sessizliğin gücünü ve etkisini iyi bilirler, örneğin Akira Kurosawa... "Ran"da yaşlı imparator Hidetora iki oğlunun ihanetine uğramış, yenilmiş, ordusu ve haremi katledilmiştir; yanan şatonun dışındaki engin bozkırlara (ve belirsiz bir geleceğe) doğru yapayalnız yürürken zafer kazanan ordunun askerleri korku ve saygıyla iki yana açılırlar. Kim unutabilir ki bu görüntüyü?..

Sessizliğin gücünü en çok hissettiren eserler epik filmler, ille de vesternlerdir. Çünkü o filmlerde karakterler pek konuşmazlar, çoğu kendini nasıl ifade edeceğini bilmez zaten. O yüzdendir ki silahları ve bakışları konuşur. Rüzgar eser o filmlerde, trençkotların etekleri uçuşur. Örneğin Sergio Leone başyapıtı "Once Upon a Time in the West-Batıda Kan Var"ın açılışında tam 10 dakika boyunca üç adamın sessizlik içinde öldürecekleri kişiyi beklemelerini izleriz (tren gelene kadar sadece bilet satıcısı ihtiyarın iki diyalogu vardır) Tren durur, Harmonica (C. Bronson) iner, mızıkasını çalar, üç adamla aralarında şu konuşma geçer:

"Frank?"

Başını iki yana sallar) "Bizi yolladı."

"Benim için at getirdiniz mi?"

"Sanırım at eksiğimiz var."

Başını iki yana sallar) "İki at fazla getirmişsiniz."

Ve tabii ki silahlar çekilir. Sadece Harmonica sağ kalır. İki at fazladır gerçekten de.

İkinci sekans, sanki sessizliğe bir saygı duruşudur. Kuşların ve böceklerin ötüşü hep fondadır, bir kez kesilir, kuyu başındaki baba Brett, istasyona gitmeye hazırlanan büyük oğlu Patrick ve sofrayı hazırlamakta olan kızı Maureen gözleri çevrede beklerler. Kötü bir şey olacakmış gibidir çünkü sessizlik uğursuzdur oralarda. Sesler tekrar başlar, üçü rahatlamışlarken bir kez daha gelir sessizlik, her şeye egemen olur. Bu kez bir kurşun sesi duyulur, genel planda beyaz elbiseli kız yere düşüverir...

Bahsettiğim tüm bu sahnelerdeki görüntüler büyüleyicidir, çünkü o filmlerin senaryolarındaki sözcükler sihirlidir.

Çünkü o filmleri yazanlar ve yapanlar birer büyücü olduklarının bilincindedirler.

Çünkü sinema büyüleyici bir iştir.

Ve büyü önce senaryoyla başlar...

Film+, sayı: 2, Mayıs 2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder