Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

4 Aralık 2009 Cuma

"Sapık"

En temel kararları bile yanlış olan, örneğin “Sapık”ın kimi diyalogların güncelleştirilmesi ve paltonun walkmanle değiştirilmesiyle 1998’e taşınamayacağını kestirmekten aciz bir yönetmenden çok şey mi bekliyorum acaba?

Gus Van Sant, “Sapık”ı aynen çektiğini, Hitchcock’a sonuna dek sadık kaldığını iddia ediyor. Bütün olarak değerlendirilip müziğine, sahnelerine vs. bakılırsa aynen olmasa bile çok benzer bir film yaptığı söylenebilir, ancak plan plan incelendiğinde iki “Sapık” arasındaki paralelliğin yüzde 50 bile olmadığı görülüyor… Herkesin yeniden çevrim yapmaya, herhangi bir eseri yorumlamaya hakkı var kuşkusuz, Van Sant da kendi “Sapık”ını çekebilir. Zaten ille “Sapık” çekecektiyse keşke serbest bir uyarlama yapsaymış.

Film yönetmek binlerce kararı gerektirir. Her plan (ışık, kadraj, dekor, oyunculuk vs. gibi) onlarca öğeyi içerir, yönetmenin (senaryonun yanı sıra) bunlarla ilgili net fikirleri de olmak zorundadır. Filmi oluşturan yüzlerce planın her biri için verilen onlarca karar arasında ilişki ve uyum vardır, bu kararlar ne kadar doğru, aralarındaki ilişki ne kadar sağlamsa filmin başarısı da o ölçüde artar. “Psycho” gibi başyapıtlarda durum daha da karmaşıktır, bu tarz filmlerde her öğeden sorumlu olan “auteur”ün verdiği kararların çok büyük bir çoğunluğu, doğru olmaları bir yana, ayrıca çok yaratıcı ve estetik açıdan da üstündürler. Filmi başyapıt haline getirmiş olan bu seçimler o kadar sağlamdırlar ki, filmler -teknolojik gelişmeye rağmen- yıllar sonra da izlenir, incelenirler, 1925 yapımı “Potemkin Zırhlısı”nda olduğu gibi.

Ayrıca başyapıtlar “gizli anlamlar” barındırırlar, örneğin orijinal filmde eli bıçaklı Bates’in Sam’e bunca kolay teslim olmasının (Hitchcock’un o planı öyle çekmesinin), bilinçaltındaki sorunsalın bilinç üstüne çıkmasının verdiği rahatlıkla olduğu kadar, Hıristiyan kültüründeki günah çıkarma aracılığıyla arınmayla da ilişkisi vardır. Bu nedenle Hitchcock sanki boğuşma sonucu olmuş gibi Norman’ın üstündeki kadın giysi ve peruğunu çıkarttırır, yani arınmayı görüntüyle de ifade eder. Böylece Norman bir an için kendisi olur. Arınma sürecinde yüzünde beliren acı trajedisinin odak noktasıdır. O an böyle düzenlenmezse trajedi eksik kalır, çünkü aslında ucuz korku filmlerinin iddiasının tersine, her ruhsal sapkınlığın altında çok ciddi bir trajedi vardır; Hitchcock gibi ustalar trajediyi, diğerleri sapkınlığı ilginç bulurlar.

Bu çerçeveden bakıldığında “Sapık”ı tekrar çekmek mayın tarlasına girmekten farksızdır, her adımı çok dikkatle atmak gerekir. 40 yıl önce birisi aynı işi yapmış, tüm tehlikeleri bertaraf etmekle kalmayıp böyle bir üstün esere ulaşmışsa, onun başarısından yararlanır, seçimlerini harita olarak kullanırsınız, çünkü aklın yolu bir, o, mayın tarlasından sağlam çıkabileceğiniz tek yoldur.

Gus Van Sant bunları fark etse filmin tümünü direkt ilgilendiren noktalarda, Norman’a mastürbasyon yaptırmak gibi radikal kararlar almadan önce hiç olmazsa şu soruların yanıtlarını bulmak zorunda olduğunu anlardı: “Asla tek başına kendisi olmadı, ama sık sık yalnızca annesi oldu” ise o sırada mastürbasyon yapmakta olan Norman mıdır, bunun imkanı var mıdır? Tahrik olduğu an cezalandırılma korkusu ve isteğiyle dolduğu filmde de açıklanan kahramanımız, hissettiği arzuyu bastırmaz mı? Annesiyle ilişkisi bu biçimdeyken (“Beni kandırsa bile annemi kandıramazdı”) on kat yorganın altında bile mastürbasyon yapabilir mi? Neden Hitchcock’la söyleşisinden oluşan kitabında Truffaut “Bu cinayet ırza geçmeyi andırıyor” diyor? Bu doğru ise mastürbasyon tecavüzün anlamını nasıl değiştirir?

Janet Leigh’in kalın kaşları üzerine hiç düşünmediği belli olan Gus Van Sant’ın -belki trafik polisi, psikiyatr ve şerif hariç- tüm rollerde oyuncu seçimi de yönetimi de çok yanlış. Anne Heche gibi Vince Vaughn’a da normalde itirazım yok ama bu filmde olmamalıydı, her şey bir yana geniş omuzlu bir Norman Bates olamayacağı için. Çünkü o vücut imajı, imaj algıyı, algı da anlamı değiştiriyor.

Üstelik selefi de Anthony Perkins, yani tüm sinema tarihinin en iyi oyuncularından biri, daha önemlisi olabilecek neredeyse tek Norman Bates. Çünkü yüzü hem mazlum, hem zalim anlamı taşımaya çok uygun. Bu nedenle “Sapık”tan yalnızca üç yıl sonra Orson Welles tarafından “The Trial-Dava”nın başrolüne seçilmişti. Vaughn’un yüzünde bu ifade gücü ve çeşitliliği olmadığı gibi yorumu da çok kaba.

En temel kararları bile yanlış olan, örneğin “Sapık”ın kimi diyalogların güncelleştirilmesi ve paltonun walkmanle değiştirilmesiyle 1998’e taşınamayacağını kestirmekten aciz bir yönetmenden çok şey mi bekliyorum acaba? Sahi, Norman Bates kişiliği güncelleşirse hangi özellikleri nasıl değişir? Bu değişiklikler öyküyü de değişmek zorunda mı bırakır? 1960’ta vücuda değmeyen bıçağın şimdi değmesi mi gerekir? Gerekmez ise Brian De Palma, “Sapık”ın serbest uyarlaması olan “Dressed to Kill”de hem kesici alet hem de uyarlamanın niteliği konusunda yanılmış mıydı?

Gus Van Sant hunharca öldürülen bir kişinin poposunu görmemek gerekliliğinin sansürle hiç alakası olmadığını dahi anlayamıyor mu? Her fırsat düştüğünde kadın-erkek demeden popo göstermesinin gişeyle ilişkisi ne kadar? Kuşkulandığım kadar çoksa neden kendisine “bağımsız sinemanın sarsılmaz önderi” muamelesi yapılıp bunca saygı gösteriliyor?

Sinema, Sayı: 50, Mart 1999

Psycho-Sapık
Yönetmen:
Gus Van Sant; Senaryo: Joseph Stefano (Robert Bloch'un romanından); Yapımcılar: Brian Grazer, Gus Van Sant; Görüntü yönetmeni: Christopher Doyle; Müzik: Bernard Hermann; Kurgu: Amy E. Dudleston; Oyuncular: Vince Vaughn (Norman Bates), Anne Heche (Marion Crane), Viggo Mortensen (Sam), Julianne Moore (Lila Crane), William H. Macy (Milton), Robert Forster (Doktor Fred); 1998 ABD yapımı, 105 dakika; Dağıtımcı firma: UIP; Gösterim tarihi: 12 Şubat 1999

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder