Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

18 Aralık 2009 Cuma

"Operadaki Hayalet"

Yönetmenin, bu kez savaş meydanına tüm cephanesi ve taktik gücüyle çıktığı belli (Örneğin "8 MM"de çok mesafelidir projeye). Sadece tüm yetenek ve bilgisiyle değil, tüm tutkusunu da ortaya koyarak çekmiş filmi. Tam da o yüzden "Operadaki Hayalet", saf sinemanın gücünü hissettiren yapımlardan biri.

Bu filmin başarısının ardında iki önemli isim var: Webber ve Schumacher.

Andrew Lloyd Webber, bir kısmı sinemaya da uyarlanan "Jesus Christ Superstar" (1973, Norman Jewison), "Evita" (1996, Alan Parker), "Cats" gibi ünlü müzikallerin bestecisi. Özellikle Tim Rice'ın şarkı sözlerini yazdığı ilk ikisi sahne dışında da çok ünlü; tüm müzikallerinin albümleri milyonlarca sattı, pek çok insan, "I Don't Know How To Love Him", "Don't Cry For Me Argentina", "Memory" gibi şarkıları ezbere biliyor.

Webber 1987 yapımı vampir filmi "The Lost Boys"u seyredince "Operadaki Hayalet" için en uygun yönetmenin Schumacher olacağına karar veriyor, bunun en önemli nedeni yönetmenin ustalığı ve müziği kullanma biçimi. Onunla temasa geçiyor, birlikte senaryoyu yazıyorlar, fakat Webber sahnede Christine'i canlandıran (dolayısıyla filmde de başrolü üstlenmesi düşünülen) Sarah Brightman'dan boşanınca proje de rafa kalkıyor. Bu arada Schumacher "Flatliners-Çizgi Ötesi", "Falling Down", "8 MM", "Phone Booth-Telefon Kulübesi", "Batman Forever", "Batman & Robin" gibi, birbirinden farklı türlerde filmler çekiyor. Bunların hemen hepsinde, tuhaf davranmakla deliliğin sınırlarında dolaşmak arasında gidip gelen karakterler var. Tüm bu filmler, Webber'in Schumacher'de gördüğü nitelikleri doğruluyor, daha da ustalaşmasını, Hollywood'da saygın bir yer edinmesini sağlıyor.

Ve bu kez Schumacher, uzun yıllar boyunca edindiği tüm birikim ve deneyimi, yıllardır hayalini kurduğu bu proje için ortaya koyuyor. Filmi izlediğinizde önce bu yönünü anlıyor, takdir ediyorsunuz: bu filmin yönetmeninin, bu kez savaş meydanına tüm cephanesi ve taktik gücüyle çıktığı belli (Örneğin "8 MM"de çok mesafelidir projeye). Sadece tüm yetenek ve bilgisiyle değil, tüm tutkusunu da ortaya koyarak çekmiş filmi. Tam da o yüzden "Operadaki Hayalet", saf sinemanın gücünü hissettiren yapımlardan biri.

Açılışta Schumacher 1919 yılının Paris'ini gösteren sepye bir kartpostalı hareketlendirip içine girerken film siyah beyaza dönüşüyor, perdede geçen yüzyılın başında çekilen filmlerin, teknik açıdan yetersiz siyah beyaz görüntüleri beliriyor. Bir açık artırma sahnesi izliyoruz, derken -müzikle beraber- film 1870 yılına dönerken renk kazanıyor, günümüz tekniğini ustalıkla kullanan bir görsel yapıya dönüşüyor. Film boyunca ara sıra görülen o siyah beyaz bölümler, 1919 yılına, operadan kalan son mallarından satılmasıyla birlikte olaylar tam anlamıyla noktalandığında geride kalanlara bir ağıt sanki. Asıl olayları anlatan renkli kısımlar ise tutkunun ateşi yüzünden canlı, parlak... 19. yüzyılın ikinci yarısının müziğine, operasına, insanlarına, duygularına bir övgü niteliğinde. Aynen o yılların yaşamı gibi alabildiğine görkemli. Schumacher geniş perdenin imkanlarından da yararlanarak, gerek genel planlarda, gerekse yakın çekimlerde aynı inanılmaz görsel seviyeyi film boyunca sürdürüyor. Film tümüyle muhteşem bir görsel seyirlik, mezarlık sahnesi (özellikle dövüşten evvelki kısmı) gibi bazı bölümlerinde ise gerçekten inanılmaz bir düzeye ulaşıyor.

Bu düzeye ulaşılmasında harikulade sanat yönetiminin payı büyük. Genelde ama özellikle "carnaval" şarkısının söylendiği bölümdeki kostümler ve Hayalet'in yeraltındaki yuvası müthiş. Schumacher bunların da katkıda bulunduğu tadına doyulmaz bir görsel şöleni sürdürürken kulaklarımızı da Webber'in olağanüstü müziği dolduruyor, üstelik film için özel olarak yazdığı 15 dakikalık bir bölüm de var dinlediklerimiz arasında.

Tutkular
"Operadaki Hayalet" temelde bir tutku öyküsü. Raoul ile Christine arasında, ta çocukluklarından gelen bir aşk zaten var, tekrar karşılaşmalarıyla duyguları alevleniyor. Webber'in müzikaline kaynaklık eden Gaston Leroux'nün romanında adı Erik olarak geçen, müzikalde olduğu gibi filmde de ismi verilmeyen Hayalet ise Christine'e delicesine aşık oluyor. Her ikisi de kızın kendisini kadar melek sesini, inanılmaz yorumunu da seviyorlar ama Hayalet'in duygularında, ustası olduğu müziğin katkısı daha fazla. Raoul müzikle o kadar ilgili değil, ama zengin bir adam, kıza güvenli bir gelecek vaad ediyor.

Öykü boyunca Christine o yaman açmazda kalıyor: Bir yanda deliliğin sınırında yaşayan bir adam ve onunla yaşanabilecek uçarı bir tutku, öbür tarafta aklı başında bir soyluyla kurulabilecek mantıklı bir hayat var. İlk seçenek insanın aklını başından alan bir müzik paylaşımını da içeriyor. Hayalet kızın ruhuna, Raoul ise zihnine ve kalbine sesleniyor.

Her genç kızın isteyebileceği ve başına gelirse korkudan öleceği bu ikilem, Christine'in elini kolunu bağlıyor. Hangi kıyıya yanaşması gerektiğini bulamıyor, sonunda Hayalet onu bizzat kendisi Raoul'un kollarına itiyor.

Opera deneyimi bulunan genç oyuncuların başarıyla canlandırdığı bu hikaye çok aşina olduğumuz, son derece klasik bir yapıya sahip. Asıl vurucu olan Hayalet'in öyküsü; dehası ve deliliği, toplumdan gördüğü kötü muameleye karşı içinde biriken kin, mecburi yalıtılmışlığı, Christine'e bağlılığının derinliği... Raoul'a kıyasla onun aşka ve Christine'e çok daha fazla ihtiyaç duymasına rağmen o fedakarlığı yapabilmesi, tüm yaşadıklarına karşın ruhunun soylu taraflarını korumayı başardığını gösteriyor. Bu yüzden ona Raoul da büyük bir saygı duyuyor. Açık artırmadan Hayalet'in müzik kutusunu alıp, 40 küsur yıl mutlu bir evliliği sürdürdükten sonra vefat eden karısının mezarının başına koyması bu saygının bir ifadesi.

1919'da geçen bölümlerin son sahnesi olan bu anda, filmin siyah beyazdan renkliye dönmesi ise, Webber ve Schumacher'in Hayalet'e duydukları ve seyirciyi de paylaşmaya davet ettikleri saygının sonucu...

Film+, sayı: 14, Mayıs 2006

The Phantom of the Opera / Operadaki Hayalet
Yönetmen:
Joel Schumacher; Senaryo: Andrew Lloyd Webber, Joel Schumacher (Gaston Leroux'un aynı isimli romanı ve Webber'in sahne müzikalinden); Yapımcılar: Andrew Lloyd Webber, Eli Richbourg; Görüntü yönetmeni: John Mathieson; Müzik: Andrew Lloyd Webber; Kurgu: Terry Rawlings; Oyuncular: Gerard Butler (Hayalet), Emmy Rossum (Christine), Patrick Wilson (Raoul), Miranda Richardson (Madame Giry), Minnie Driver (Carlotta); 2004 ABD-İngiltere ortak yapımı, 143 dakika; Gösterim tarihi: 7 Nisan 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder