Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

26 Aralık 2009 Cumartesi

"Neşeli Hayat"

Aksamaları olmasa, Arzu Film ürünleri gibi bir klasiğe dönüşebilirdi: Sıcaklığıyla öne çıkan, sahici meseleleri işleyen, tabii ki biraz da masalsı bir film… “Neşeli Günler” veya “Bizim Aile” gibi seyircideki izleri kuşaklar boyunca devam eden bir komedi-dram

Her işte bir hayır vardır, derler ya, “Organize İşler” gösterime girdiğinden beri Yılmaz Erdoğan’ın yaşadıkları da kendisinin çok işine yaramış; “Neşeli Hayat”tan çıkan ilk sonuç bu…

Yaklaşık 4 yıllık bu sürecin anahtar kelimesi “başarısızlık” idi. “Organize İşler”le umduğu gişe başarısına ulaşamadı, eleştirmenlerden hayal ettiği alkışı alamadı. Daha kötüsü Cem Yılmaz’ın oyunculuğu filmle ilgili en çok konuşulan öğe oldu. Film gösterime girerken yaptığı tüm söyleşilerde Erdoğan “Organize İşler”in kendisinin “en komik filmi” olduğunu defalarca yinelemiş, fakat ne senaryosu, ne de kendi oyunculuğu bu yönde bir etki yaratmamıştı; bu nedenle seyircinin sadece Cem Yılmaz’ı komik bulması çok anlamlıydı.

Bu çöküşün ardından Erdoğan tuhaf bir karar aldı, uzun süredir hakir gördüğü TV’ye yöneldi, “Bir Demet Tiyatro”yu tekrar hayata geçirdi. Fakat o proje de başarılı olamadı. Neredeyse eş zamanlı olarak (yazıp yönettiği) tiyatro oyunları da durdu.

Ardından “Çok Güzel Hareketler Bunlar” geldi. Gençlere yönelmiş olması umutları yeşertti, yazarlıkta da, oyunculukta da kendisini geri planda, “abi” (mentor) pozisyonunda tutması anlamlı göründü. O program, bundan sonra yapacağı ilk sinema filminin daha farklı olacağını düşündürüyordu.

Nitekim beklenen oldu... “Neşeli Hayat” diğerlerinden, özellikle “Organize İşler”den daha “sahici” bir film; sokaktaki insanların, gerçek hikayelerini anlatıyor. İkincisinin yapılması çok manasız olsa da “Vizontele” de gerçek hikaye idi, Erdoğan’ın bizzat gözlemlediği ve etkilendiği olay ve kişilerden hareketle yapılmıştı. Fakat “Organize İşler” feci yapay bir işti; gazetelerde rastlanan olaylarla örülüydü ama senaryo o gerçek kişi ve olaylarla “gerçekten” hiç ilgilenmiyordu. Kalemine aşık bir yazarın ürünüydü o film, adeta “seyirciyi nasıl da katıla katıla güldürebildiğini” tüm dünyaya ilan etmek için yazılmış, yapılmıştı. İnanılmaz megalomani kokuyor ve bunu çok belli ediyordu. Senarist ve yönetmen olarak ipleri elinde tutan Erdoğan’ın projedeki diğer komedi oyuncularına, örneğin Cem Yılmaz ve Demet Akbağ’a zerre komik olmayan roller yazması kafasının (ve ruhunun) ne kadar karışık olduğunu gösteriyordu. “Neşeli Hayat”da Rıza’nın dediği gibi “gözünü yükseklere diktiği için sarılacağı şeyden utanan, utanacağı şeye sıkı sarılan” bir yaratıcının ürünüydü o film, yapay olması kaçınılmazdı.

“Neşeli Hayat”ın “çok gerçek” bir film olması, Erdoğan’ın o karmaşayı (en korktuğu şeyi, yani başarısızlığı dibine kadar yaşamasının da etkisiyle) atlattığını gösteriyor. Anlaşıldı ki “ucunda ölüm yok”muş, başarı meselesine çok da takılmadan yüreğinin dillendirmek istediği hikayeyi anlatabilirmiş…

Filmin yaratıcısı ile baş kahramanı arasında ne çok benzerlik var, değil mi?

Tam da bu benzerlik yüzünden Rıza çok gerçek, çok tanıdık... Özellikle Erdoğan’ın fiziğiyle. Her iki filmden rast gele görüntüleri yan yana koyunca, Erdoğan’ın yüzünün nasıl değiştiği daha iyi görülüyor. Acıların yıprattığı bu yüzle canlandırılan bir dar gelirli vatandaş, haliyle çok daha inandırıcı oluyor. Aynı şeyi Erdoğan’ın oyunculuğu için de söyleyebiliriz; açıkçası ben ilk kez beğendim kendisini (Tabii oyunculuk deyince ilk akla gelen Büşra Pekin’in inanılmaz başarısı oluyor)…

Filmin bir başka olumlu yönü ise, birbirinden çok ayrı iki dünyayı yan yana getirmesi… Bir yanda Rıza gibi üç kuruş için inanılmaz bir mücadele veren insanlar, öbür tarafta hediye götürdüğü villalardaki ultra zengin yaşantı… Ekmek parası için debelenen insanları, milyon dolarlara yapılmış, şaşalı bir alışveriş merkezinde görüntülüyor Erdoğan, dertlerini unutmak için şişeye sarılan bir adamın rakı kokan nefesini o pırıl pırıl mağaza vitrinlerine düşürüyor.

Ve belki de en önemlisi: Bu kez Erdoğan’ın Demet Akbağ, Altan Erkekli gibi ağır BKM toplarını ve Cem Yılmaz’ı yanına almamış olması, “filmin tek starı” olarak kendisini sunmaya cesaret etmesi…

Bu artılarına rağmen “Neşeli Hayat”, bazı eleştirmenlerin abarttığı kadar başarılı ve önemli bir film değil. Diğer eserlerinde olduğu gibi Erdoğan’ın “sinema filmi” senaristliğinde hala çok pürüz var, örneğin çok fazla sayıda yan hikaye kullanmış, hepsini bağlamaya çalışınca da, yılbaşı gecesinde geçen final sekansı uzadıkça uzamış. Hikaye akışını gereksiz geriye dönüş sahneleriyle bozması, sahneleri çok uzatması vb arazlar gözleniyor.

Asıl önemlisi: Filmin ana hikayesi konusunda ciddi bir karmaşa var. Rıza’nın Noel baba kılığına girmesiyle başlayan ve yılbaşı gecesi biten süreci anlatırken, Neşeli Hayat ürünüyle tanıştığı günleri, her şeyini yitirmesini ve arkadaşlarıyla arasının bozulmasını içeren çooook geniş bir parantez açıyor. Akışı ciddi biçimde zedelemekle kalmayıp seyircinin algısının karışmasına da neden oluyor (bunda geriye dönüş sahneleriyle diğerleri arasında dekor, kostüm, makyaj farkı olmamasının da payı var). Belli ki Erdoğan o hikayeyi de çok sevmiş, beğendiği öğelerin tamamını kullanmaya çalışırken senaryoyu fazla şişirmiş.

Dolayısıyla film de olması gerekenden çok daha uzun. Bu eser Holivud stüdyolarından birinin ürünü olsaydı veya Erdoğan işini bilen Türk yapımcılarından biriyle çalışsaydı, en azından 20 dakikası kısaltılır, olması gerektiği gibi 104-105 dakika olarak kurgulanır, “yakın plan devasa avize” gibi manasız görüntülerden arındırılırdı. Senaryoya hiç dokunmadan yapılabilecek epey kısaltma var: Açılıştaki maç görüntüleri, AVM’de çocuk korosu, Rıza’nın içtiği gece türkü söylemesi, iki yakın arkadaşın düğün hazırlığı sahneleri vs…

Özetle geçtiğim aksamaları olmasa “Neşeli Hayat”, Arzu Film ürünleri gibi bir klasiğe dönüşebilirdi: Sıcaklığıyla öne çıkan, sahici meseleleri işleyen, tabii ki biraz da masalsı bir film… “Neşeli Günler” veya “Bizim Aile” gibi seyircideki izleri kuşaklar boyunca devam eden bir komedi-dram… “bizim” hayatımızdan bir sayfa… olabilirdi…

Ama maalesef…

Yine de bu çizgiye çok yaklaşmış olması küçümsenmeyecek bir başarı. Yılmaz Erdoğan, bir başka filmde andığım eserlerin seviyesini yakalayabilir. Bunu başarırsa sinemamıza çok büyük bir hizmet yapmış olacak: O filmlerde bütçe düşük, prodüksiyon çok zayıftır, teknik seviye çok aşağılarda, mekan-kostüm açısından da özellikle zenginleri konu alan sahneler çok gerçek dışıdır. “Neşeli Hayat” ise gerçekten stadyum ve devasa alışveriş merkezi gibi çok pahalı mekanlarda çekilmiş. Haliyle bu, filmin gerçeklik seviyesini artırıyor. Bu çok önemli bir nokta…

Bunlar ve eleştirmenlerden hiç alamadığı övgüleri alması çok güzel de, gişe rakamları moral bozucu: Bu kez hasılat, önceki filmlerin yarısı kadar (bile olamayacak gibi görünüyor)… Haliyle yine bekleyişteyiz: Bakalım bir sonraki filminde Erdoğan, bütçeyi biraz küçültse bile yine aynı çizgide mi ilerleyecek, yoksa fakirlerin hayatına sırt mı çevirecek?


Neşeli Hayat
Senaryo ve yönetim:
Yılmaz Erdoğan; Yapımcı: Necati Akpınar; Görüntü yönetmeni: Uğur İçbak; Müzik: Yıldıray Gürgen, Deniz Erdoğan; Oyuncular: Yılmaz Erdoğan (Rıza), Büşra Pekin (Ayla), Ersin Korkut, Sinan Bengier, Rıza Akın, Erdal Tosun, Cezmi Baskın, Caner Alkaya, Ayberk Atilla, Celal Tak, Fatma Murat; 2009 Türkiye yapımı; Gösterim tarihi: 27 Kasım 2009

1 yorum:

  1. Çok güzel bir yazı.. Dile getirilemeyeni dile getirmişsiniz. Teşekkürler..

    YanıtlaSil