Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

25 Aralık 2009 Cuma

"Kaybedenler"

Bütün olarak etkisiz, Türkçe ismi gibi fazlasıyla naif ve insanda ciddi bir déjà vu duygusu uyandıran bir film. Öncelikli handikap ana temanın dar sınırları

Kasabaya gelen bir yabancı garip insanlar ve bir dizi sorunla karşılaşır… Kuşkusuz bu herhangi bir Hollywood büyük stüdyo yöneticisinin (“The Player-Oyuncu”daki Tim Robbins gibi birinin) duyar duymaz üzerine atlayacağı film öykülerinden değil. Yine de bir potansiyeli var; David Lynch tarzında yazar çekerseniz, o sakin görünümlü kasabanın korkunç tarafları, deyim yerindeyse “ayın karanlık yüzü” açığa çıkartılabilir, insanoğlunun şiddet merakı ve kötücüllüğü tartışılabilir ya da bir başka yazarın elinde toplumsal eleştiriye, bir “derin Amerika” filmine dönüşebilir. Amaca bağlı olarak seçimlerinizi yapar, dört dörtlük bir kara film ya da komedi çıkarabilirsiniz bu konudan.

Oliver Stone gibi bir yönetmenin elinde olunca bu konunun, toplumcu tarafı ağır basan, sert, fazlasıyla sivri dilli, ciddi bir politik tavrı olan bir filme dönüşmesini bekliyor insan. Hayli serbest bir üslupla kaleme alınmış, Hollywood klişelerine yüz verilmemiş, yeniliklerle dolu bir sinemasal anlatımla donatılmış, sonuçta “Natural Born Killers-Katil Doğanlar” gibi bir başyapıt olmasa da, “The Doors” gibi usta işi bir film umuyor… ve düş bozumuna uğruyorsunuz.

“Kaybedenler” bütün olarak etkisiz, Türkçe ismi gibi fazlasıyla naif ve insanda ciddi bir déjà vu duygusu uyandıran bir film. Öncelikli handikap ana temanın dar sınırları. Yabancı’nın mafyanın pençesinde bir genç adam olarak belirlenmesi limitleri daha da daraltmış. Örneğin Sinan Çetin’in “Bay E”sinde kasabadaki yabancının (Mehmet Ali Erbil) TV programcısı olması, ratinglerine muhtaç olduğu “halkıyla” ilk kez karşı karşıya kalması, sonuç olarak değerlendirilememiş olsa da filmin potansiyelini genişletiyor, tematik zenginliğini artırıyordu. Burada ise ciddi bir kısırlık var. Bobby’nin başına gelen en önemli sorun, hoşlandığı (“sevdiği” demeye insanın dili varmıyor) kıza güvenememesi ve kasabadan kurtuluş yollarını bulamaması.

Bizzat Oliver Stone’un anlattığı diğer hikayeleri, işlediği karakterleri, örneğin Nixon’ın açmazlarını, Jim Morrison’ın toplumla arasındaki çelişkileri, -“Born on the Fourth of July-Doğum Günü Dört Temmuz”un baş karakteri- Ron Kovic’in trajik hikayesini düşününce Bobby ne kadar zayıf kalıyor.

Filmin bütününde de aynı sorun var. Bir “auteur” olarak Stone, “Nixon”daki gibi doğrudan yönetici konumundaki bireylere eğildiğinde de, “Doğum Günü Dört Temmuz”da yaptığı gibi “sıradan insan”ı konu aldığında da politik tavrıyla sivrilmişti. Solcu görüşlerini cüretkâr bir bakış açısıyla savunur, Amerikan toplum yaşamının çirkin yüzünü sergiler, suçun bireylerden çok sistemin kendisinde olduğunu ısrarla belirtirdi. Bu kez ise topluma, sistemin çarpıklıklarına sırtını dönmüş, “yırtmaya” çalışan küçük insanların fazlasıyla tanıdık öykülerini anlatmaya sıvanmış. Hani örneğin David Mamet’le çalışmış olsa, konunun kısıtlayıcılığına rağmen hiç olmazsa senaryonun katmanları derinleşir, ortaya daha önemli bir film çıkabilirdi ama bunu da yapmamış.

Asıl önemlisi Stone’un en kendine özgü yanının bu filmde neredeyse tümüyle yok edilmiş olması. Stone sinematografisi bir “sürekli devrim” durumu arz eder; açı, ışık, kurgu gibi anlatım yöntem ve araçlarıyla hep oynar, denemelere girişir. Çünkü sürekli yenilik peşindedir, ama bu arayışını sirk cambazlığına da dönüştürmez., içerikle uyumlu bir anlatım tutturur. Ayrıca her planı sinema duygusuyla dopdoludur ve çok estetiktir.

Bu yaratıcı çabanın en görkemli örneği olan “Katil Doğanlar”la kıyaslandığında “Kaybedenler”i Stone’un çektiğine insanın inanası gelmiyor. Birkaç ilginç açı, bir parça kurgu numarası var elbette, ama bunlar ilk filmini çeken bir gencin kendini gösterme çabasının ürünlerine benziyor.

Filmdeki sevişme sahnelerini “Doors”daki ünlü “Carmina Burana” sahnesiyle, geriye-dönüşleri “JFK”dakilerle, cinayet sahnelerini “Katil Doğanlar”dakilerle kıyasladığımızda bir Oliver Stone filmi olarak “Kaybedenler” adamakıllı aciz duruyor.

Yenilikçi tavrını bir yana bırakan Stone, klişeleri yinelemek pahasına da olsa kara film anlatım biçimlerini uygulasaymış keşke.

Fakat sonuçta “Kaybedenler” çok kötü bir film de değil. Nick Nolte ve Sean Penn başta olmak üzere oyunculuklar genelde alkışı hak ediyor, karakterler (özellikle araba tamircisi Darrell ve genç “horoz” Toby) hoş, sahneler keyifli, diyaloglar birinci sınıf, sinematografi ve reji vasatın çok üstünde.

Ama…

“Dangerous Liasions-Tehlikeli İlişkiler”de Glenn Close’un John Malkovich’e dediği gibi: “Hiç kimse bir tenoru öksürdüğü için alkışlamaz.”

Sinema, sayı: 39, Mart 1998

U Turn / Kaybedenler
Yönetmen:
Oliver Stone; Senaryo: John Ridley ("Stray Dogs" adlı romanından); Yapımcılar: Clayton Townsed, Dan Halsted; Görüntü yönetmeni: Robert Richardson; Müzik: Ennio Morricone; Kurgu: Hank Corwin, Thomas J. Nordberg; Oyuncular: Sean Penn (Bobby Cooper), Nick Nolte (Jake McCenna), Jennifer Lopez (Grace McKenna), Billy Bob Thornton (Darrell), Powers Boothe (Şerif Potter), Claire Danes (Jenny), Joaquin Phoneix (Toby), Jon Voight (Kör adam); 1997 Fransa-ABD ortak yapımı, 125 dakika; Dağıtımcı firma: UIP; Gösterim tarihi: 13 Şubat 1998

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder