Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

18 Aralık 2009 Cuma

"Fanatik"

Önemli temaları, senaryosu ve başarılı oyunculuklarıyla da dikkat çeken filmde yine de eksik bir şeyler var. Bunun nedeni de kameranın arkasında Tony Scott’ın olması…

“The Fan” şanssız bir proje; fragmanı ve basında yer alan kısa konusuyla psikolojik gerilim türünün geç kalmış bir örneği gibi duruyor. Sinemaseverlerin çoğu 10 yıl kadar önceki başlangıcından beri onlarca örneğini izledikleri bu türe artık hiç sıcak bakmadığı için, ünlü beyzbol oyuncusu ile hayranı arasındaki gerilimli ilişkiyi anlattığı gibi bilgilerden hareketle filme soğuk durdular. Oysa “Fanatik”, psikolojik gerilim türüne belki kimi yakınlıkları olan, fakat son tahlilde türün şablonlarıyla hiçbir ilişkisi bulunmayan bir yapıt. Beyzbol hayranı Gil ile ilah kabul ettiği Rayburn arasındaki ilişki, çeşitli raslantılarla, yanlış anlamalarla ağır aksak ilerledikten sonra filmin ancak finaline yakın bir noktada gerilimli denebilecek bir çizgiye oturuyor. Keza film psikolojik gerilimlerin hiç girmediği bir alana uzanıp psikopatin oluşum sürecini inceliyor.

Hollywood’un genel eğilimlerinin tersine “Fanatik” iki ana karakterini, başarısız bıçak satıcısı Gil ile başarılı sporcu Rayburn’ü usul usul tanıtıyor, beyzbolun yaşamlarındaki yerini gösteriyor. İki adam arasındaki tek ortak nokta da bu değil üstelik, ikisi de boşanmışlar, aynı yaşlarda ve seyrek görebildikleri birer oğulları var. Onlar, başarıya tapan bir toplumun sıradan bireyleri, geleceğe dair kaygılar içinde, başarısız olurlarsa tümüyle tükeneceklerini bilmenin gerilimiyle yaşıyorlar (Nitekim Rayburn kaygılarından arındığında başarılı olmaya başlıyor). Buna yol açan “sistem” pazarlamacılıkta da, beyzbolda da aynı biçimde işliyor.

Senaryo bunlarla yetinmiyor, beyzbol aracılığıyla ABD toplumunu deşifre etmeye girişiyor. ABD’de beyzbol kutsanan bir spor dalı, fanatikler, sporcular ve medya arasındaki “aşk üçgeni”, bizde futbolda olduğu gibi karmaşık ve düşündürücü (Rayburn fanatikler için “Kadına benzerler, sayı yapabilirsen seni severler, yapamazsan yüzüne tükürürler,” diyor; medya Rayburn’ü şike yapmakla, hayranları ise Jerico’yu öldürtmekle suçluyorlar).

Ustalıkla kurulmuş senaryo bu çerçevede ilerlerken başarısız olduğu için sistem dışı bırakılan, böylece elinde beyzbol tutkusu dışında bir şey kalmayan Gil’in, Rayburn’ün beyzbolu pek de önemsemediğini öğrenmesiyle birlikte sapkınlığın eşiğine nasıl vardığını, sıradan vatandaşın şiddetle ilişkisinin nasıl adım adım örüldüğünü de izliyoruz.

Final ise ayrıca çarpıcı… Gil’in, görüntüsünün büyük ekrana yansıtılmasını istemesi, “tutunamayan”ın kendini başarılı insanlarla eşitmiş gibi duyumsama arzusundan başka bir şey değil… Sistem insanları öylesine harcıyor ki, yanılsama tek umutları olabiliyor…

Önemli temaları, senaryosu ve başarılı oyunculuklarıyla da dikkat çeken filmde yine de eksik bir şeyler var. Bunun nedeni de kameranın arkasında Tony Scott’ın olması…

Scott kardeşlerin küçüğü, parlak bir reklam kariyerinin ardından geçtiği sinemada, ilk filmi “Açlık”tan sonra azımsanamayacak gişe başarısına ulaşan yapımların yönetmeni olageldi. Sinemasal anlatıma yatkınlığı ve görkemli bir ustalığın izlerini taşıyan görüntüleri ile tanındı, reklam estetiğini uzun metrajlı filmlere taşıdı ve ağabeyi Ridley, Alan Parker, Adrian Lyne, John McTiernan, James Cameron gibi isimlerle birlikte Hollywood’un son yıllardaki sinematografik düzeyini yaratan az sayıdaki insandan biri oldu.

Ancak andığım isimler gibi usta mertebesine asla ulaşamadı. Çünkü Tony Scott olağanüstü planlar çekiyor ama iyi planlarla güçlü sahneler, muhteşem sahnelerle başarılı filmler yaratamıyor. Filmografisi, her biri olağanüstü çekilmiş yüzlerce planı barındıran ama sonuç olarak başarılı bulunmayan filmlerden oluşuyor. Yönettiği tüm filmlerde sinema duygusunun zayıf olmasından gelen eksikler var; bir sahneyi oluşturan oyunculuk, kamera, mekan vb. öğeleri bir potada eritip hepsinin üstünde bir sinemasal birime ulaşmayı bir türlü başaramıyor.

O nedenle filmlerinden, senaryolarının düzeyi ne olursa olsun tatmin olmamış biçimde çıkıyoruz.

Sinema, Sayı. 27, Şubat 1997

The Fan / Fanatik
Yönetmen:
Tony Scott; Senaryo: Phoef Sutton (Peter Abrahams’ın kitabından); Yapımcı: Wendy Finerman; Görüntü yönetmeni: Dariusz Wolski; Müzik: Hans Zimmer, Jeff Rona; Kurgu: Christian Adam Wagner, Claire Simpson; Oyuncular: Robert De Niro (Gil), Wesley Snipes (Rayburn), Ellen Barkin (Jewel), John Leguizamo (Manny), Benicio Del Toro (Juan), Patti D’Arbanville-Quinn (Ellen), Chris Mulkey (Tim); 1996 ABD yapımı, 114 dakika; Dağıtımcı firma: Özen Film; Gösterim tarihi: 20 Aralık 1996

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder