Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

27 Kasım 2009 Cuma

"Karavan"

Doyle’un özenle kurduğu sıcak atmosfer, akıllıca işlenmiş kişilikler ve yer yer çok hoş anlar doğuran mizah, bu filmlerin en önemli avantajları

İrlanda ve İngiltere doğumlu yönetmenler uzun yıllardır Hollywood’la yakın bağlantı içindeler. Ridley ve Tony Scott biraderler gibi kimileri çok uzun yıllardır ABD’de yaşıyor ve film yapıyorlar, öyle ki artık ülkeleriyle hiçbir ilişkileri yok. Neil Jordan gibi bazı isimler ise ülkelerinde yaptıkları çalışmalarla bir miktar sükse elde edip kapağı Hollywood’a atıyor, bir süre sonra ise kurtuluşu ülkelerine dönmekte buluyorlar. BBC için yaptığı ilk filmin ardından Hollywood’da film çekmeye başlayan, 14 yıl boyunca birbirinden başarılı filmlere imzasını atan Alan Parker bile, 90’lı yıllarda -son filmi “Evita” hariç- ülkesinde çalıştı.

Bu arada kimi İrlandalı sinemacılar, IRA’nın yürüttüğü bağımsızlık mücadelesini dünyaya daha etkili yöntemlerle “pazarlamanın” yollarını geliştirip “In the Name of the Father-Babam İçin” formatında filmler kotarırken “haysiyetli” İngiliz yönetmenlerden Mike Leigh kendi düzeyinden çok daha aşağıda bir film olan “Secrets and Lies-Sırlar ve Yalanlar” ile tüm dünyada popüler oldu. Politik filmlerin yönetmeni Ken Loach ise doğru bildiği yolda ilerlemeyi sürdürüyor.

ABD’de filmler yaparken arada kendi ülkesine dönüp küçük bütçeli çalışmalar kotaran Stephen Frears ise Hollywood ile İrlanda sinema endüstrisi ve kültürleri arasında mekik dokumayı yaşam biçimi olarak seçmiş durumda. İlk önemli başarısı -Daniel Day-Lewis’i üne kavuşturan- “My Beautiful Laundrette-Benim Güzel Çamaşırhanem”i ülkesinde, bir sonraki unutulmaz filmi “Dangerous Liasions-Tehlikeli İlişkiler”i ise ABD’de yaptı. Yine Hollywood’da çektiği “The Grifters-Yasak İlişkiler” ve “Accidental Hero-Zoraki Kahraman”dan sonra gelen filmi ise “The Snapper” idi.

90’lı yıllarda İrlanda’da geçen filmler içinde özel bir yeri Roddy Doyle’un “Barrytown Üçlemesi” adıyla bilinen romanlarından sinemaya uyarlanan filmler aldılar. İlk uyarlamayı 1991’de Alan Parker yaptı: “The Commitments-Gençlik Ateşi”. İki yıl sonra onu -nedense ülkemize hiçbir biçimde uğramayan- “The Snapper” izledi ve şimdi de “The Van” filme çekildi.

“Karavan”, Frears’dan çok -senaryoyu da yazan- Roddy Doyle’un dünyasına ait bir çalışma. Toplumun alt kesimlerinden gelen bir grup gencin bir müzik grubu oluşturmalarını konu alan “Gençlik Ateşi”nde beğeniyle izlediğimiz atmosfer bu filmde de kurulmuş. İki işsiz arkadaş, Bimbo ve “Gençlik Ateşi”nde menajer Jimmy’nin Elvis Presley hayranı babasını oynayan sevimli oyuncu Colm Meaney’in canlandırdığı Larry, elden düşme bir karavan satın alıp fast-food işine atılıyor ve -aynen “Gençlik Ateşi”nde olduğu gibi- başarıya doğru emin adımlarla ilerlerken çeşitli anlaşmazlıklara düşüp yarı yolda kalıyorlar. Yine bu filmde de ideoloji ön plana çıkmıyor, belirli ekonomik ve sosyal durum içinde tanımlanmış “küçük insanların” yaşamları anlatının asıl malzemesini oluşturuyor. Hikayenin sonunda mutlu sona ulaşılamamasının nedeni de “sistem” değil, karakterlerin kendi hataları, özellikle de uyumlu çalışmayı becerememeleri…

Doyle’un özenle kurduğu sıcak atmosfer, akıllıca işlenmiş kişilikler ve yer yer çok hoş anlar doğuran mizah, bu filmlerin en önemli avantajları. Tüm bu özellikleri taşıyan senaryo yetkin bir yönetmenin elinde hayata geçtiğinde ortaya -bizdeki Arzu Film ürünleri gibi- iddiasız, görkemden uzak, samimi, keyifle izlenen ve insana iyimserlik aşılayan filmler çıkıyor.

Yine de “Karavan” örneğin “Gençlik Ateşi” kadar başarılı bir film değil. Öncelikle senaryonun gevşek yapısından kaynaklanan kimi sorunlar var. Fazlasıyla durgun giden ilk sekansların ardından toparlanan film, “İrlanda’nın Dünya Kupası Başarıları” başlığını taşıyabilecek kadar uzun bir bölümde futbola fazlasıyla yer verip yeniden yavaşlıyor. Temel sorun ana karakterlerin öyküsünün kliptik anlatımla ele alınması; fast-food işindeki gelişmeler kısa sahnelerin birbiri ardına dizilmesiyle anlatılıyor. Kuşkusuz bu, sinemadan çok romana uygun düşebilecek bir biçim… Sinemada uygulanabilmesi için çok daha yetkin bir senaryoculuk ve daha usta bir yönetmen gerekiyor. Aynı gevşek yapıda ilerleyen “Gençlik Ateşi”nde Alan Parker, grubun serüvenini, dar bir çerçeveye yoğunlaştırılmış ana hikaye olarak ele alıp filmin merkezine oturtmuş, müzisyen gençlerin özel yaşamlarını ise kliptik anlatımla ana hikayenin çevresine örmüştü. Böylece ortaya sağlam bir film çıkarabilmişti.

Başarılı bir yönetmen olarak tanınan Stephen Frears ise böylesine incelikli bir ritm duygusu ve çok sağlam bir bakış açısı gerektiren projelerde yetersiz kalıyor. Hatırlayacaksınız, “Benim Güzel Çamaşırhanem” ve “Yasak Ilişkiler”de de ayni handikapı gözlemlemiştik.

Sinema, sayı: 32, Temmuz-Ağustos 1997

The Van-Karavan
Yönetmen:
Stephen Frears; Senaryo: Roddy Doyle (Aynı isimli kendi romanından); Yapımcı: Lynda Myles; Görüntü yönetmeni: Oliver Stapleton; Müzik: Eric Clapton, Richard Hartley; Kurgu: Mick Audsley; Oyuncular: Colm Meaney (Larry), Donald O’Kelly (Bimbo), Ger Ryan (Maggie), Caroline Rothwell (Mary), Brendan O’Carroll (Weslie), Stuart Dunne (Sam); 1996 İngiltere, İrlanda ortak yapımı, 100 dakika; Dağıtımcı firma: Özen Film; Gösterim tarihi: 20 Haziran 1997

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder