Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

6 Kasım 2009 Cuma

"Gizemli Şehir"

İnsanı insan kılan şeyin ne olduğunu anlamak için kenti her gece yeniden yaratmak, yok efendim, şırıngalarla insanların beynine anılar zerk etmek… tüm bunlar kalite bakımından C sınıfı buluşlar

Gişeye yönelik filmlere imzasını atan Michael Bay (“Bad Boys-Çılgın İkili”, “The Rock-Kaya”, “Armageddon”) ve Jan de Bont (“Speed-Hız Tuzağı” filmleri ve “Twister”) gibi isimler bir yana bırakılırsa Hollywood’un son 5-10 yıldır çıkardığı iki önemli yönetmen var: 1992’de “Alien 3” ile kendini tanıtıp “Seven-Yedi” ve “The Game-Oyun” ile yolunu sürdüren David Fincher ve 1994 tarihli “The Crow-Ölümsüz Aşk”ın yönetmeni Alex Proyas.

Bu iki isim arasında benzerlikler var. Hollywood’un pembe dünyasına uygun sanatçılar değiller, genel eğilimlere boş verip ortalama izleyicinin beğenilerine denk düşmeyen projeler yapıyorlar. İkisi de filmlerine kişisel damgalarını vuruyorlar ve yönetmenlik yetenekleri çok üst düzeyde; nitelikli ve çekici bir görsel dünyayı tasarlamayı ve yaşama geçirmeyi iyi biliyorlar. Bir benzerlikleri daha var; bu yıl izlediğimiz son filmleri, hayranlarını düş kırıklığına uğrattı.

Fincher kendisine hiç yakışmayan bir projeye el attı, fena bir film olmasa da “Oyun”u, hele de “Yedi”nin ardından yapması affedilmezdi. Proyas’ın sorunu ise daha farklı. İlk filminde olduğu gibi “Gizemli Şehir”de de ciddi bir senaryo sorunu var.

Giderek bir kült filme dönüşen “Ölümsüz Aşk”ın saçma sapan bir hikayesi vardı. Uyarlamaya zemin oluşturan James O’Barr’ın çizgi romanından gelen bir hüzün duygusu ve -bir miktar da- Brandon Lee’nin oyunculuğu dışında değerli hiçbir tarafı yoktu, izlenebilmesini hemen yalnızca Proyas’ın dahice çalışmasına borçluydu. Nitekim devam filmi “City of Angels-Melekler Şehri”nde o olmayınca başarı oranı da çok düştü. Dolayısıyla Proyas varlığıyla, vasat düzeyde bir projeyi değerli bir filme dönüştürebilecek kapasitede bir yönetmen, ondan başyapıt beklememiz çok doğal.

Oysa “Gizemli Şehir” orta düzey bir iş.

Filmin olumlu taraflarını çabucak sıralayabiliriz. “The Crow”daki kadar olmasa da Proyas’ın rejisi, Kiefer Sutherland’ın olağanüstü oyunu, görkemli yapım tasarımı ve “Kafka"nın son bölümünü anımsatan renk düzenlemesiyle sinemanın doğduğu yıllara da gönderme yapan görsel yapı…

Olumsuzlukların başında ise senaryo geliyor. “Kafka”nın senaristi Lem Dobbs ve -yakında gösterilecek olan- “Blade”i yazan David S. Goyer’i yedeğine alan Proyas, yer yer çok ilginç fikirlerle bezeli bir senaryo ortaya çıkarmış, zamanı ve yeri belli olmayan bir kenti merkez alan fantastik bir dünya kurmuş, görsel efektlerin de yardımıyla kolay kolay üstesinden gelinemeyecek bir görsel yapıyı uygulamayı başarmış. Fakat el attığı tema çok eski, işin kötüsü, iyi ile kötünün finaldeki mücadelesi gibi şiddetle kaçınılması gereken klişelerden ve artık ezbere bilinen yan karakterlerden (gizemli şarkıcı kadın, sıkıntılı dedektif vs) fayda umuyor…

En temel sorun belki de şurada: Belleğini yitirmiş birisiyle seyirci özdeşleşemiyor, macerayı onun bakış açısıyla izleyemiyor. Hele de karakter adına ortada dolanan bir karton tipten başka bir şey olmayınca.

Uzaylılarla ilgili meselede de bir sorun var. Uzun bir geçmişe sahip bilimkurgu, 40’lı, 50’li yıllardaki Hollywood filmleri ve çizgi romanın da etkisiyle trüklerini çok çabuk eskitti. Tüm bunların üzerine, ne idüğü belirsiz birtakım uzaylıların insanlara bir tür mezalim yaşattığını anlatacaksanız daha düzgün bir hikayeye yaslanmanız gerekiyor.

Ve kuşkusuz senaryonun daha “derin” olması zorunlu. Eskiler bir yana son 20 yıldır, “Blade Runner-Ölüm Takibi”nden “Total Recall-Gerçege Çağrı”ya ve şimdi “Truman Show"a bir dizi filmde işlenen, sürdürdüğünün kendi hayatı olmadığını fark etme temasını daha derinlemesine işlemek, cesur davranıp bu saçma sapan klişelerden uzak durmak, uzaylılar tarafına da eğilip türünün yok olmasının trajedisini vermek ve mutlaka telekinetik güçlere sahip olmanın avantaj ve dezavantajlarına eğilmek gerekiyor. Aksi takdirde film -aynen “Gizemli Şehir” gibi- çizgi roman sığlığında kalıyor, sahici bir filme ve yaşantıya dönüşemiyor.

İşin bir de bu yönü var: Stephen King (“Carrie”, “The Firestarter-Tepki” vb) gibi onlarca yazarın telekinetik güçlerle ilgili eserler vermesinden, bunların önemli bir bölümünün Brian de Palma gibi usta yönetmenler tarafından filme çekilmesinden sonra, bu alanla ilgili yaklaşımın da daha yeni ve üst düzeyde olması gerekirdi.

Ve tabii işe uzaylıların amaçlarını daha sıkı tartışarak başlanmalıydı. İnsanı insan kılan şeyin ne olduğunu anlamak için kenti her gece yeniden yaratmak, yok efendim, şırıngalarla insanların beynine anılar zerk etmek… tüm bunlar kalite bakımından C sınıfı buluşlar. Benzer temalar çerçevesinde dönen (ve yaratıcılık bakımından çok daha üstün olan) “Kayıp Çocuklar Şehri”nden birkaç yıl sonra bu senaryoyla karşılaşmamız büyük talihsizlik.

Sözün kısası Proyas “Blade Runner”, “Brazil”, “Yedi” gibi önemli filmlerin atmosferini rahatlıkla kurabilecek beceriye sahip, bunu inandırıcı kılmayı da başarıyor; ama andığım filmlerin düzeyinde iş çıkarabilmesi için ele aldığı senaryoların çok daha iyi olması gerekiyor.

Sinema, sayı: 46, Kasım 1998

Dark City-Gizemli Şehir
Yönetmen:
Alex Proyas; Senaryo: Alex Proyas, Lem Dobbs, David S. Goyer; Yapımcılar: Andrew Mason, Alex Proyas; Görüntü yönetmeni: Dariusz Wolski; Müzik: Trevor Jones; Kurgu: Dov Hoenig; Sanat yönetmeni: Richard Hobbs, Michelle McGahey; Oyuncular: Rufus Sewell (John Murdoch), Kiefer Sutherland (Dr. Daniel Schreber), Jennifer Connely (Emma Murdoch), Richard O’Brien (Mr. Hand), Ian Richardson (Mr. Book), William Hurt (Dedektif Frank); 1998 ABD yapımı; 100 dakika; Dağıtımcı firma: WB.; Gösterim tarihi: 9 Ekim 1998

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder