Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

6 Kasım 2009 Cuma

"Babam ve Oğlum"

Caddede bir tank, trende iki polis memuru; alın size 12 Eylül... Galiba 1980'de 10 yaşında olan yönetmenimiz 12 Eylül'ü kendisinin hatırladığı gibi bir şey sanıyor: Yarı masal, yarı düş; Küçük Deniz'in hayatı algılaması gibi

Çağan Irmak her şeyiyle tipik bir Türk filmine imza atmış.

Sinema perdelerini ve televizyon ekranlarını kaplayan içeriği az-çok Türk, biçimi Amerikan taklidi onlarca hilkat garibesinden çok farklı bir film "Babam ve Oğlum", tüm olumlu ve olumsuz yönleriyle tepeden tırnağa Türk işi. Sürpriz gişe başarısında bu özelliğinin ciddi pay sahibi olduğu belli, zaten film bir önceki "en Türk" yerli filmimiz "Eşkıya"nın yaptığı gibi seyircisi sayısını her yeni hafta ikiye üçe katlayarak sürdürüyor gişe yolculuğunu. Dilerim toplam gişesi de "Eşkıya"nınki kadar yüksek olur, ya da en azından fragmanda İngilizce slogan ve ses kullanmayı marifet sananların eserlerini geçer.

Çünkü en çok "her şeyiyle Türk" filmlere ihtiyacımız var sinemamızın gelişimi bakımından...

Ve en çok "Babam ve Oğlum" gibi filmler iyi geliyor bize, yürek ve zihinlerimize en çok onlar dokunuyor.

Seyircinin de, film hakkında yazan kalem erbabının da hep ağlamaktan söz etmesi boşuna değil: Biz Türklerin duyarlı olduğu insan ilişkilerini, dramatik anları başarıyla işliyor Irmak; ele aldığı her öğeye Ege-Akdeniz heyecanı ve sıcaklığıyla yaklaşıyor.

Oyunculuklar üst düzeyde
"Babam ve Oğlum" her şeyiyle tipik bir Çağan Irmak filmi.

Öncelikle yönetmenin eşsiz oyuncu seçimi ve yönetimi becerisi bakımından. Aynen bir önceki filmi "Mustafa Hakkında Herşey"de olduğu gibi, bu filmde de ana ve yan rollerde son derece yetenekli oyuncular birbirinden şaşırtıcı performanslar sergiliyorlar. "Büyük usta"lar Çetin Tekindor ve Hümeyra'dan genç yetenek Yetkin Dikiciler'e, küçük Deniz'i canlandıran Ege Tanman'a değin karşımızda öyle bir karakter/oyuncu resmi geçidi var ki inanılır gibi değil. 90'ların başında "İki Başlı Dev", "Gizli Yüz" gibi filmlerle kuşağının en parlak oyuncusu olarak tanınan Fikret Kuşkan'ı, uzun bir sessizlik döneminin ardından tekrar sinema filmlerinde izlemek büyüleyici; yine yeteneğiyle salonlar aydınlanıyor.

Hatırı sayılır TV dizisi birikimini sinema filmlerine taşımayı bilen Irmak, geniş bir aileyi perdede yaratmak ve inandırıcı kılmak gibi güç bir işin üstesinden rahatlıkla geliyor, o ailenin hayatını acı ve tatlı yönleriyle resmetmeyi iyi beceriyor.

Fakat tam da bu engin dizi deneyimi yüzünden, "Babam ve Oğlum" sinema filminden ziyade TV kanallarının yaptıkları kolajlara benziyor, bir TV dizisinin 4-5 bölümünün en etkileyici sahneleri üst üste montajlanmış sanki. Hikayede ciddi bir boşluk olmamasına tabii ki dikkat edilmiş, fakat iç tutarlılığı yüksek bir film yapma ereği geri planda kalmış, seyirciyi en çok etkileyecek komedi ve dram unsurlarını birbiri ardına dizmek en temel amaç haline gelmiş. Bu haliyle "Babam ve Oğlum" tabii ki çok etkileyici ama dört dörtlük olmaktan çok uzak bir film. Örneğin Irmak'ın filmini adadığı Lütfü Akad'ın eserlerinin çok gerisinde, veya bir "Muhsin Bey" gibi 20 yıl sonra da saygıyla anılmayacak. Korkarım bu film -aynen 2-3 milyon seyirci çekmesine rağmen 3 yıl sonrasına bile kalamayan bol starlı o komediler gibi- çok çabuk unutulacak.

Çünkü "Babam ve Oğlum" çok yüzeysel bir film. Kendi dünyasına seyirciyi çok kolay çektiği ve orada hapsettiği için bu yüzeysellik filmi izlerken anlaşılmıyor. Seyrederken duygudan duyguya savruluyorsunuz, adeta pestiliniz çıkıyor, fakat izledikten bir saat sonra bile etkisi çok azalmış oluyor, keyif alarak, aynı biçimde etkilenerek tekrar seyretmek imkansız (en azından bir kısım izleyici için). Oysa Welles'den Akad'a tüm büyük ustaların filmlerini tekrar tekrar, üstelik her seferinde yeni hazineler keşfederek izleyebilirsiniz.

Tribünlere oynamak
Oyunculuklar, yönetmenlik, sanat yönetmenliği vb. açılardan filminin tümüne eşit muamele yapan Irmak, senaryoda sadece belli sahnelere/anlara yüklenmiş, ki bu bölümler filmin dramatik etkiye en çok ulaştığı yerleri ("Açaydım kollarımı" sahnesi gibi). Fakat filmin iç tutarlılığı bakımından örneğin Hüseyin Ağa'nın torununa çizgi roman aldığı sahnenin bunca uzun olmasına da gerek yok aslında, skeç havasını bu kadar taşımasına da.

Açılış sekansının durumu daha da vahim: Bu adı taşıyan ve tüm bunları anlatan bir film, Sadık'ın sokakta yürüyüşüyle başlamaz, başlamamalı. O çok başarılı Kurtuluş Savaşı sahnesine benzer bir "11 Eylül akşamı-sokak" sahnesi aracılığıyla küçük Deniz'in dünyaya gözlerini hangi şartlarda açtığını, Sadık'ın yaşadığı ağır koşulları verecekseniz sokakla açarsınız tabii ki filmi; aksi halde Sadık'ın eve gelmesinden sonra açsanız ne fark eder?

Peki ama, Sadık'ın adımlarıyla açılsa ne fark eder?

Çok şey değişir; çok hafif bir planla açılmış olur film, daha açılışında kendisini zayıflatmış, bindiği dalı kesmiş olur. İç tutarlılığı aksar. Yaratıcısının kafa karışıklığını ele verir.

Irmak'ın senaryo konusundaki zaafiyeti "Mustafa Hakkında Herşey"de daha fazlaydı, bu açıdan gelişme gösterdiğini teslim etmek gerek. Fakat hala çok sorun var; en önemlisi de senaryoyu net bir yapıda inşa edememesi, tam olarak ne anlatmak istediği belli değil. Örneğin Sadık'ın başta oğlu olmak üzere çeşitli kişilerle sohbetlerini uzun uzun işliyor da, öldüğü sahneyi -nedense- filme koymuyor. 12 Eylül darbesinin getirdiği sosyolojik ve psikolojik alt üst oluşlarla aslında hiç ilgilenmiyor (darbe sanki tüm ülkenin değil, sadece Sadık'ın kaderini değiştirmiş) ama jeneriğe Sadık'ı işkence görürken gösteren planlar koyuyor...

Ve maalesef her şeyi çok hafife alıyor: Sadık'ın teyzesiyle (Şerif Sezer) ilgili bile bunca bilginin geçtiği filmde darbenin nasıl resmedildiğine bakınız: Caddede bir tank, trende iki polis memuru; alın size 12 Eylül... Galiba 1980'de 10 yaşında olan yönetmenimiz 12 Eylül'ü kendisinin hatırladığı gibi bir şey sanıyor: Yarı masal, yarı düş; Küçük Deniz'in hayatı algılaması gibi.

Irmak'ın yaklaşımı, hayranı olduğu 1960lar Yeşilçam senarist ve yönetmenlerinin bakış açısına çok benziyor: Akad, Erksan gibi ustaların istisna olduğu o dönemin sinemacıları da seyirciyi rahatsız edebilecek öğelerden uzak durup kaldırabileceği kadarını önüne koyarlardı... Onlar da Sadık'ın abisi Salim'in sadece duygu yüklü ya da komik anlarını sergiler, özünü yakalamaya ve sergilemeye çalışmazlardı. Irmak da Salim'i kullanarak puan topluyor ama öyle birinin karısı ya da çocuğu olmanın aslında ne kadar zor olduğuna hiç değinmiyor. Hüseyin Ağa'ya sinir krizi geçirtiyor (nasılsa iki dakika bile sürmeyecek), öte yandan Deniz'i doğururken ölen o kızcağızın hikayesiyle hiç ilgilenmiyor. Çünkü onun trajedisinin bir çözümü, "mutlu sonu" yok; rahatlayamayacağına göre seyirci, bir an evvel unutsun daha iyi.

Yani Çağan Irmak -maalesef- iyi maç çıkarmaya çalışmıyor, tribünlere oynuyor.

Film+, sayı: 10, Ocak 2006

Babam ve Oğlum
Senaryo ve yönetim:
Çağan Irmak; Yapımcı: Şükrü Avşar; Görüntü yönetmeni: Rıdvan Ülgen; Müzik: Evanthia Reboutsika; Kurgu: Kıvanç İlgüner; Oyuncular: Çetin Tekindor (Hüseyin), Yetkin Dikinciler (Salim), Binnur Kaya (Hanife), Fikret Kuşkan (Sadık), Özge Özberk (Birgül), Hümeyra (Nuran), Tuba Büyüküstün (Aysun), Halit Ergenç (Özkan), Ege Tanman (Deniz), Şerif Sezer (Gülbeyaz); 2005 Türkiye yapımı; 108 dakika; Gösterim tarihi: 18 Kasım 2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder