Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

13 Kasım 2009 Cuma

"Alien Diriliş"

Çok yazık çünkü Ripley bilim kurgunun feminizm sonrası ilk kadın kahramanıdır ve yaşamını sürdürme güdüsü dışında silahı olmayan bir insan olarak tasarlanıp bugüne değin yaratılmış en etkileyici canavarlardan biriyle karşı karşıya bırakılmıştır

“Alien Resurrection”ın yapılmasıyla birlikte bu haysiyetli serinin sinema tarihinde kapladığı özel yer genişlemiş oluyor. Yine insanlığın Yaratık’la mücadelesini Ripley’i eksen alarak anlatan bir öykü var ve yine son filmin öyküleme tarzı da, rejisi de, “Alien” temalarına yaklaşımı da öncekilerden farklı. Aynen selefleri gibi Jean-Pierre Jeunet de kendi “Alien”ını yaratmanın üstesinden gelebilmiş.

Scott’ın klostrofobik, tedirgin edici ve karamsar gerilim filminin ardından Cameron etkileyici bir macera kurdelasıyla çıkagelmiş, üçüncü yönetmen Fincher ise “Aliens”dan çok “Alien”a yakışan bir devam filmine imzasını atmıştı. “Alien 3” duygusal ve düşünsel açıdan güçlendirilmiş bir gerilimdi, Yaratık’ı ilk filmin çerçevesine uygun biçimde, geliştirdiği uygarlık düzeyinin kibrine kapılan insanlığın yüzüne indirilen bir şamar olarak alıyor, Alien türünün insanlarla ilişkisindeki asıl ürkütücü yanı doruğa çıkarıp Cameron’ın getirdiği Ripley’in annelikle ilişkisi yan temasına etkileyici bir biçimde bağlıyordu.

Scott ve Fincher’ın filmlerindeki -bebek Yaratık’ın insan göğsünü yararak “doğması” gibi- kimi öğeleri geliştirerek kullanan “Diriliş” ise temel olarak “Aliens”ın izinden gidiyor, üstelik çok açık etkilerle: Call karakterinde küçük Newt’ün; olağanüstü başarılı sualtı bölümünün kökeninde, çocuğun kaçırıldığı sahnenin; Doktor’un Alien’la kırılmaz cam ardından “öpüşmesinde” o etkileyici laboratuar sahnesinin izleri var. Ama tabii ki “Diriliş”i yaratanlar, aradan geçen on küsur yılın macera türüne getirdiği yeniliklere sırt çeviremeyeceklerini biliyorlar, ki bunların en önemlisi, kahramanlık propagandasının yerini alaycı bakış açısına bırakmış olması.

Filmin seriye kazandırdığı asıl yenilik de bu, önemli tüm dramatik öğe ve biçimlerin altında hep o ironi var: Önceki soğuk, ciddi androidler Ash ve Bishop’un ardından sempatik, çocuksu bir genç kız geliyor örneğin. “Aliens”da cansiperane çarpışan askerler bu kez tası tarağı toplayıp soluğu uzayda alıyorlar, üstelik yalnız Cameron’a değil, hamasi duyguları pompalamaya çalışan tüm Hollywood filmlerine nanik yapan “asker selamı” sahnesiyle. Yaratıklardan birinin bizzat düğmeye basarak ilk ve üçüncü filmlerin finallerinde hemcinslerine reva görülen buhar ve dondurma uygulamasına karşılık vermesi yetmiyormuş gibi “Diriliş”, artık klasikleşmiş Yaratık’ın finalde uzaya fırlatılması trüğünü de grotesk bir boyuta taşıyor. Serinin perde arkasındaki “kötü adam”ı Weyland-Yutani şirketinin Yaratık’ları biyolojik silah olarak kullanma arzusundaki yetkilileri, “Aliens”da bir gezegende çoğalmalarını sağlamayı başarmışlardı, bu kez projeyi geliştirip -senaristin kökleri “Frankenstein”a uzanan buluşuyla- “canavar üretim merkezi” kurmuş, Yaratık’ı evcilleştirme aşamasına gelmişler.

Bunun, sinema tarihinin (ve Gotik edebiyatın) en eski temalarından biri olan bilim adamlarının Doğa’nın/Tanrı’nın işine burnunu sokması izleğine ciddi bir katkı olduğu kesin. Fakat alaycı tavrın çok zararı da var, en önemlisi eserin ciddiyetini azaltıyor.

Yaratık’ın kurbanları bilim adamlarından askerlere, sonra yarı deli mahkûmlara dönüştürülmüştü. Şimdi başrole çıkan ekipten hareketle, gelecekte anarşizmin uygarlıkla ilişkisinin nasıl olacağına kafa yormak ya da “kopyalama” meselesini felsefi açıdan incelemek mümkün olabilirdi, tabii karşımızda ana karakterin dramatik dönüşümüyle bile dalga geçmeyi marifet sayan bir film olmasaydı.

Çok yazık çünkü Ripley bilim kurgunun feminizm sonrası ilk kadın kahramanıdır ve yaşamını sürdürme güdüsü dışında silahı olmayan bir insan olarak tasarlanıp bugüne değin yaratılmış en etkileyici canavarlardan biriyle karşı karşıya bırakılmıştır.

Sonuç olarak bir ikilemle karşı karşıyayız, oyun tarzlarından “Tipik kadın tepkisi” gibi repliklerine kadar her planına sinen hafiflik yüzünden “Diriliş” serinin haysiyetine kesinlikle yakışmıyor, bu açıdan bakıldığında filmi “Çöküş” olarak görmek de mümkün. Ama öte yandan, hemen her öğesiyle çok başarılı bir film var karşımızda.

Bu başarıda asıl rolü, olağanüstü düş gücü ve üstün sinema anlayışını Caro ile yaptığı iki filmle çoktan kanıtlamış olan Jeunet’in yeteneği oynuyor. Basketbol sahasında, 7 başarısız kopyanın korunduğu odada, sualtında ve hemen devamında merdivenlerde geçen sahneler birer reji harikası. “Diriliş”ten geleceğe kalacak sahneler de bunlar zaten.

Ya gerisi?

Gerisi bence çabuk unutulacak. Bu tarz filmlerin çabuk eskimek gibi bir sorunu zaten var, daha önemlisi “Diriliş”, “Alien” ve “Alien 3”ün ulaşmış oldukları felsefi derinliğin yanına bile yaklaşamıyor.

Sinema, Sayı: 41, Mayıs 1998


Alien Resurrection-Alien Diriliş
Yönetmen:
Jean-Pierre Jeunet; Senaryo: Joss Whedon (Dan O'Bannon ve Ronald Shusett tarafından yaratılan karakterlere dayanılarak); Yapımcılar: Bill Badalato, Gordon Carroll, David Giler, Walter Hill; Görüntü yönetmeni: Darius Khondji; Müzik: John Frizell, Jerry Goldsmith ("Alien"dan); Kurgu: Herve Schneid; Oyuncular: Sigourney Weaver (Ellen Ripley), Winona Ryder (Analee Call), Dominique Pinon (Vriess), Ron Perlman (Johner), Gary Dourdan (Christian), Dan Hedaya (General Perez); 1997 ABD yapımı; 109 dakika; Dağıtımcı firma: Özen Film; Gösterim tarihi: 27 Mart 1998

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder