Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

23 Ekim 2009 Cuma

Sana ihtiyacımız yok Forrest: "Forrest Gump"

68’i, iyi ve kötü yönleriyle birlikte ele almayan, Batı toplumunda yarattığı olumlu dönüşümlerden hiç bahsetmeyen, geleneksel tutucu bakış açısıyla, yalnızca küfür/uyuşturucu/özgür seks bağlamıyla sunan bir film

Çok merak ediyorum, Forrest Gump savaş karşıtı gösteride Vietnam’a ilişkin neler söyledi acaba? Merak edecek bir şey yok aslında; iki seçenek var alt tarafı: Ya kahramanlık madalyası sahibi, işinin eri bir asker olarak savaştan yana ya da hepimizin umduğu bir biçimde, savaş aleyhinde konuşmuştur...

Sahne üstündeki insanların Gump’ı kutlamalarına bakılırsa, barıştan yana konuşmuş olmalı... Öyleyse neden o sahne izlediğimiz biçimde düzenlendi de Gump’ın konuşmasını duymamız engellendi? Film içinde çok önemli bir yeri bulunmayan bir espri için, kahramanın, bunca önemli bir konudaki düşüncelerinin verilmemesi, çok da akla yatkın görünmüyor.

Gump’ın bilinen karakteri savaşı tüm boyutlarıyla, o korkunç gerçekçiliğiyle algılamayacağını, dolayısıyla karşı da olamayacağını düşündürüyor. O yüzdendir ki savaştan yana olmasa bile, barıştan da yana olmayan bir konuşma yapmış olması olasılığı hayli yüksek...

Forrest, varsaydığım içerikte bir konuşmayı yapmış olsaydı, neler olurdu? Belki hiçbir şey... Ama, büyük olasılıkla, izleyicide, o ana kadar oluşturulmuş olan özdeşleşme kırılır, bu da filmi özellikle gişe geliri bakımından zedelerdi...

Aynı çekincenin yön verdiği başka sahnelerden de söz etmek olası: Örneğin Jenny’nin ölümünün AIDS’ten olduğu söylenmiyor filmde. AIDS, başka nedenlerle de bulaşsa, uyuşturucu ve özgür seksi akla getirdiği için, ister istemez Jenny’nin “günahkar” geçmişini çağrıştıracak, bu da Jenny ile Forrest’ın romantik ilişkilerine gölge vuracaktı.

Bu yüzdendir ki, Forrest’ın ne olduğunu anlamadığı bir savaşa katılmış olması gösterilmiştir ama, herhangi birini öldürdüğünü bırakın göstermeyi, ima bile etmez Zemeckis.

Çünkü Forrest 90’lı yıllar sinema seyircisine sıcak gelebilecek özellikler taşısa da, birebir özdeşleşmesi zor bir karakterdir, çizilirken dikkatli olunması gerekir.

Kimdir sahi Forrest Gump? Tom Hanks’in dediği gibi, “bir” ‘alien’, başka dünyalardan dünyamıza düşmüş bir yabancı olduğu doğru. IQ’su 75, yani normalin altında bir zekaya sahip. Yaşamı derinlemesine algılayamıyor, olduğu gibi kabulleniyor; devrimci, dönüştürücü herhangi bir düşünceyi benimsemiyor, bu tip bir eyleme asla girişmiyor. Yaşama ilişkin tek tavrı, çuval dolusu paraya sahip olduğunda yaptığı gibi, Bubba’nın ailesine para vermek, kiliseye, hastaneye yardım etmek gibi ufak tefek iyileştirme çabaları. Jenny dışında hiç kimse için, hiçbir şey için çaba harcamıyor, yaşamın karşısına çıkardığı yolları bile bilinçsizce seçiyor. Çok sevdiği Jenny’yi de asla tam olarak, tüm zayıflıkları ve eksikleriyle algılayamadığı için, ona da -aşkının getirdiği “manevi destek” dışında- gerçek bir yardımı söz konusu değil.

Böyle bir karakteri, filmi izleyen insanlar neden bunca seviyorlar peki? Filmin yüksek gişe başarısının en önemli nedenin Forrest’ın karakteri olduğunu anlamak için dahi olmaya gerek yok; öyleyse, Gump’ın seyircide uyandırdığı sempatinin nedenlerini düşünmek durumundayız.

Hele de bu ölçekte gişe başarılarının kolay kolay yaratılamadığını biliyorsak... 90’lı yıllar seyircisinin “çağdaş masalları” sevdiği doğru; “Alaaddin” gibi animasyonlar, “Jurassic Park” gibi hi-tec harikaları ve “Pretty Woman-Özel Bir Kadın” gibi çağdaş aşk öyküleri ciddi hasılatl yaptılar; ama “Forrest Gump” benzeri bir hasılatı yapmasını sağlayacak denli güçlü bir masal değil. Tom Hanks’in sevilen bir star olduğu da doğru ama, burada Schwarzenegger de dahil hiçbir starın tek başına sağlayamayacağı rakamlar söz konusu. O yüzden, yüksek gişe başarısının önemli bir nedeninin Forrest Gump karakterinden geldiğini söyleyebiliriz.

Peki ama, neden seyirciler Forrest Gump’ı bu kadar seviyorlar ?

Onu seviyorlar çünkü Gump insanların içlerinde bir yerde gizli kalmış iyi yönlerine sesleniyor. İflah olmaz romantikliği, çocuksuluğu, saflığı, asla sert, katı davranmaması, iyimserliği, hoşgörüsü etkiliyor seyirciyi. Artık yitirdiğimiz masumiyetin simgesi olarak algılanıyor Forrest.

Yaşamı, gerçekte olduğu gibi algılayamasa da, her şeyi yoğunluğuna yaşaması da olumlu bir başka özelliği. Tek aşkı Jenny’yi onu sonsuza kadar bekleyebilecek denli seviyor, annesine tapıyor ve becerebildiği her şeyi gidebileceği son noktaya kadar götürüyor: Mükemmel masa tenisi ve beyzbol oynuyor, iyi savaşıyor, koşmaya başlayınca durmak bilmiyor.

Tüm bu özellikleriyle Forrest, 80’li yılların hırslı, atak, Makyevelist, sinirli, kötücül film karakterlerinin tam karşıtı. 90’lı yılların, giderek yumuşamaya başlayan dünyasına gökten düşmüş bir melek, örnek alınması gereken bir kişilik. Yitik “baby-boomers” kuşağından, “generation x”e uzanan bir köprü; 1968’in ve 80’lerin yaralarını saran bir Lokman Hekim, çağdaş bir Sidarta.

Film, kahramanının bu özelliklerini özenle çizmekle kalmıyor, Jenny’nin “serkeşliği”, “yanlış ilişkileri”, “tuhaf özgürlük anlayışı” gibi “kötü” özellikleriyle ve Yüzbaşı Dan’ın ölümüne hırçınlığı ve yaşama duyduğu nefretle karşılaştırmamıza da olanak sağlıyor.

Forrest’a beslenen bu sevginin altında, özellikle ABD sinema seyircisinin ezbere bilinen bir başka özelliğinin, sakatlara, yardıma muhtaçlara düşkünlüğünün de payı olsa gerek. Anımsanacağı gibi bu özellik, “Rain Man-Yağmur Adam” gibi filmlere blockbusterlar düzeyinde iş yaptırmıştı.

Elbette ki tüm bunlar filmi, kahramanının özelliklerine indirgediğim anlamına gelmiyor. Tabii ki “Forrest Gump”ın başarısında, Zemeckis’in ustalığının da payı var. Başta ve sonda gördüğümüz tüy gibi yumuşacık bir anlatım tutturuyor, çağdaş teknolojiye çok hakim, yer yer son derece etkileyici, hatta dokunaklı sahneler, sinemasal anlar yaratmayı beceriyor; dolayısıyla filmini sinemasal düzeyiyle de saygın bir yere oturtuyor.

Zemeckis’in üslubu, filmi herhangi bir kurdele olmaktan çıkarıp, görkemli bir masala dönüştürüyor. “Death Becomes Her-Ölüm Kadına Yakışır” gibi masalların sahip olmadığı bir düşünsel zemine sahip, kıssadan hissesi sağlam, son derece çarpıcı bir masala.

Ne kadar çekici olursa olsun, sonuç olarak bir masal olması “Forrest Gump”ı, üzerinde fazla düşünmeden sevmemizin önünde ciddi bir engel olarak duruyor. Yazık ki Zemeckis’in yapıtı, biraz sorgulanınca pulları dökülmeye başlayan, yaklaştığınızda çirkin tarafları da görülebilen bir film.

Forrest’ın yukarda saydığım tüm özelliklerinin oturduğu zemin ilginç: Son 30-40 yıllık ABD tarihinin tüm güzel yönleri... Kızıl Çin’e karşı kazanıldığı için ideolojik bir değer de taşıyan masa tenisi zaferi, beyzbol, ırkçılığın son bulmasına katkı... Buna karşılık Jenny aynı toplumun kötü özelliklerini taşıyor: Uyuşturucu, o yataktan ötekine zıplaması, babası Forrest da olsa, evlilik dışı bir çocuk... Forrest ölümüne severken, Jenny bu sevgiyi karşılıksız bırakıyor, hep kaçıyor... Kısacası Forrest vatan hizmet gibi yüksek erdemlerin, Jenny ise erdemsizliğin simgesi. Yaşama bir sakat olarak başlayan Forrest sağlığın, Jenny ise sağlıksızlığın simgesi...O yüzdendir ki Forrest çaba harcamamasına ve düşük zekasına karşın büyük paralar kazanırken Jenny’nin hep bir “tutunamayan” olarak kalması, filmin ilk bakışta görüldüğü kadar masum olmadığının bir kanıtı.

İşte bu bakış açısı, filmin an sakat noktası... Savaş karşıtı olmanın kötü, savaş kahramanlığının iyi olarak sunulduğu bir yapıtla karşı karşıyayız. İkincisi “Forrest Gump” 68’i, iyi ve kötü yönleriyle birlikte ele almayan, Batı toplumunda yarattığı olumlu dönüşümlerden hiç bahsetmeyen, geleneksel tutucu bakış açısıyla, yalnızca küfür/uyuşturucu/özgür seks bağlamıyla sunan bir film. O yüzden de Zemeckis’in, “Bir kuşağı yorumsuz anlatmaya çalıştım” demesi, koca bir yalandan başka bir şey değil.

Şöyle bir iki yüzlülükle birlikte üstelik: Filmin meraklılarını çok heyecanlandıracak bir soundtrack albümü var; 30’dan fazla ünlü şarkı çalınıyor. Üstelik bunlar, 60-70’li yılların çok ünlü Rock şarkıları. Doors’tan Lynyrd Skynyrd’a, Creedence Clearwater Revival’dan The Mamas and The Papas’a, o döneme damgasını vurmuş grup ve sanatçıların, 68 kültürünü yansıtan “Sweet Home Alabama”, “Blowin’ In The Wind”, “California Dreamin”, “Break On Through”, “Mrs Robinson”, “San Francisco (Be Sure to Wear Flowers In Your Hat)”, “Aquarius” gibi şarkıları kullanıyor ama, filme bakarsanız bu şarkıları, koca bir Rock müziğini ve kültürünü yaratan 60’lı yıllar, o kadar da iyi değilmiş...

En önemlisi ise belki de şu: Uygar Şirin’in geçen ayki Antrakt’ta yazdığı gibi film, ABD’ye gülümseyerek bakıyor. Ama ne yazık ki Amerikan toplumunun bu son on yılları gülümseyerek anımsanamayacak olaylarla dolu. Vietnam’ın ya da Watergate’in esprili bir bakış açısıyla sunulması trajik ve yaralayıcı ve Ku Klux Klan da yalnızca “başlarına çarşaf geçirmiş insanlar” değildi...

O yüzden, şimdilerde ABD’de esen, Gumpizm rüzgarının kanıtladığı tek gerçek, -yine Uygar’ın dediği gibi-, ortalama Amerikalının zeka düzeyinin 75 civarında olduğu. “Yaşam bir kutu çikolata gibidir. İçinden ne çıkacağını asla bilemezsin” gibi sözlerde derin bir bilgelik bulmak, Forrest’ınkini aşan bir budalalığı gerektiriyor. Ayrıca aklı başında hiç kimse Forrest kadar başarılı olmayı arzulasa da, yaşamı bunca uzaktan izlemeyi istemez herhalde. Sevdiğiniz kadının, yalnızca acıdığı için yatağınıza girmesi hoş bir durum olmasa gerek.

Tabii ki ortalama seyirci tüm bunları düşünmek yerine, kendisine tatlı tatlı anlatılan masalın keyifli uyuşukluğunu yaşamayı yeğliyor ve filmi çarpıcı bir ticari başarıya sürüklüyor: Yalnız ABD’de 300 milyon doları bulan bir gişe başarısına, romanın 30 bin, filmle ilgili kitabın 1.5 milyon, Gumpizm başlıklı aforizmalar kitabının ise 150 binlik satışları ekleniyor. Tabii ki tişörtler, soundrack vb. yan ürünler de var işin içinde. Filmi ülkemizde de, Aralık ortası itibarıyla, 8. Haftasında 255.434 kişi izlemiş durumda.

Tüm bu sayılar, yapımcıların, seyircilerinden çok daha akıllı olduklarını gösteriyor. “Forrest Gump” içinde bulunduğumuz dönemin en çarpıcı projelerinden biri; tam zamanında pişirilip sofraya kondu. Winston Groom’un 8 yıl önce yayımlanmış romanı, 80’li yıllarda filme alınsa, böyle bir etki yaratmayacak, gişede böyle bir başarı asla kazanamayacaktı. Çünkü henüz Clinton dönemi başlamamıştı sinemada. Forrest gibi yoksul bir Güney çocuğu olan Clinton’ın başkan seçilmesiyle, Hollywood’ta, “Regarding Henry-Kendini Arayan Adasm” gibi filmlerle hafiften başlamış olan yeni dönem, “Fearless-Korkusuz” gibi daha olgun meyveler vermeye başladı. Reagan tipi sağcılık, yerini daha yumuşak bir bakış açısına bırakır, ABD dünya jandarmalığı misyonundan uzaklaşmaya başlarken, Amerikan toplumu da 80’lerin kötü etkilerini atlatmaya girişti. ABD için devletten topluma uzanan bir köprü, “yukarda” üretilen mesajları, “aşağıya” ileten bir verici, yeni yaşam tarzlarını üreten bir merkez konumundaki Hollywood da Forrest Gump gibi yeni tür filmler yapmaya başladı.

Bunda bir sakınca yok tabii ki; tam tersine “Field Of Dreams-Düşler Tarlası” gibi filmleri, “The Working Girl-Çalışan Kız” gibilere bin kere yeğlerim; sorun Forrest Gump’ın film karakteri olmaktan çıkıp, daha yüce, kutsal bir yere oturtulması, ilahlaştırılması... Sorun Forrest Gump değil, Gumpizm...

Oysa ihtiyacımız yok Forrest gibilere... Yaşamın, onun görebildiğinden daha kötü olduğunu biliyoruz; bilincimiz de, bu gerçeklikten kaçmaya çalışmanın, anlamının da, olanağının da olmadığını söylüyor... Hele bir çeşit zihin körlüğüne sığınarak...

Antrakt, Şubat 1995, Sayı: 41

Forrest Gump
Yönetmen:
Robert Zemeckis; Senaryo: Eric Roth (Winston Groom’un aynı adlı romanından); Yapımcılar: Wendy Finerman, Steve Starkey, Steve Tisch; Görüntü yönetmeni: Don Burgess; Müzik: Alan Silvestri; Kurgu: Arthur Schmidt; Oyuncular: Tom Hanks (Forrest Gump), Robin Wright Penn (Jennifer), Gary Sinise (Dan Taylor), Mykelti Williamson (Benjamin Bufford-Blue), Sally Field (Bayan Gump); 1994 ABD yapımı; 142 dakika

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder