Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

30 Ekim 2009 Cuma

Kuramsal kuraklık

Toplum kendi kültürüne, kendi değerlerine yabancılaşmamış olsaydı kimse yabancı bir dile ait kelimeleri isim olarak kullanmazdı. Böyle bir şey insanların aklına bile gelmezdi, gelse utanırlardı. Aynı şekilde "Keloğlan Kara Prense Karşı" filminin yapımcıları fragmanda İngilizce ses ve slogan kullanamazlardı

Sharon Stone ve Andy Garcia sadece oyunculuklarını değil, Hollywood'daki duruşlarını da beğendiğim sanatçılar, ikisine de saygı duyarım. Bir Türk dizisinde oynamalarına herhangi bir itirazım olamaz.

"Kurtlar Vadisi"nde üstlendikleri rollerle ilgili bir sorunum da yok: Polat Alemdar Yüce Seçilmişler'in varlığını ve tüm dünyayı nasıl etkilediklerini öğrendi, Dünya Baronu ile görüşmek üzere ABD'ye davet edildi. Bu, dizinin hikayesi açısından normal, ABD'de geçen sahnelerde Amerikalı oyuncuların varlığı son derece doğal.

Baron Amon ve eşinin ünlü isimlere oynatılması ise bir tercihtir; Raci Şaşmaz ve çalışma arkadaşları daha az ünlü (dolayısıyla daha ucuz) oyuncularla çalışmayı yeğleyebilirlerdi, belli ki büyük oynamak istemişler. Dizi yapımcıları olarak izlenme oranlarını dikkate almak zorundalar zaten; ayrıca Amerikalı oyuncuların varlığının ses getirmesini de arzu etmişler.

Hedeflerine ulaştılar; yabancıların varlığı, özellikle de Stone ile Necati Şaşmaz arasında geçen öpüşme sahnesi medyanın gündemine oturdu.

Peki ama neden?

Türk milletinin Sharon Stone'a özel bir düşkünlüğü yok, olsa bu ünlü oyuncunun bizde gösterilen filmlerinin seyirci sayısı bu kadar düşük olmazdı. Stone, çoğu filmi Türkiye'de şifreli kanallar dışında küçük ekrana çıkamayan bir oyuncu, Garcia'nın ünü daha da az ve fakat onların varlığının diziye 5 puanlık izlenme payı getirdiği hesaplanıyor.

Nedir ki bunun nedeni?

Sorunun cevabını İranlı düşünür Daryuş Şayegan vermiş: Kültürel şizofreni...

Zihinsel karmaşa
Kitapları ülkemizde de yayımlanan Şayegan, kültürel şizofreni adını verdiği olguya Batılılaşma eğilimi içindeki Doğu toplumlarında rastlandığını söylüyor. Şayegan'a göre, Batı ülkelerini bugün bulundukları noktaya getiren toplumsal, felsefi, psikolojik ve teknolojik süreçleri yaşamayan, bunların sonucunda oluşan üstyapı kurumlarını içselleştirmeye çalışan Doğu toplumları zihinsel ve kültürel karmaşa içine düşüyor, kendilerine yabancılaşıyorlar.

Tabii ki bu durum gelişmiş ülkelerin işine geliyor, en basitinden ticari açıdan. Bu yüzdendir ki tüm güçlerini bu yönde kullanıyorlar, örneğin Hollywood film ve dizileri Amerikan kültürünün ve belirli bir yaşayış biçiminin propogandasını yapıyor. Üstelik işini o kadar iyi beceriyor ki Fransa gibi önemli kültür ülkeleri bile toplumlarını Hollywood etkisinden korumaya çalışıyorlar.

Türkiye'de kimsenin böyle bir derdi yok.

İngilizce kelimelerin gündelik dilde giderek yaygınlaştığına dikkat çeken yazılar yayımlanıyor, konunun uzmanları okurları ve yetkilileri uyarmaya çalışıyorlar, fakat etkili olduklarını söylemek zor.

Çünkü hastalık çok ilerlemiş durumda.

Büyük kentlerdeki alışveriş merkezlerinin ve uydu kentlerin epey bir bölümünün isimleri Türkçe değil. Bazı ulusal televizyon kanallarının isimleri İngilizce. Dükkanların, Türk şirketlerin ürettiği ürünlerin, sinema salonlarının epey bir bölümünün adları da.

Ve bu durum toplumun büyük çoğunluğuna normal geliyor.

Toplum kendi kültürüne, kendi değerlerine yabancılaşmamış olsaydı kimse yabancı bir dile ait kelimeleri isim olarak kullanmazdı. Böyle bir şey insanların aklına bile gelmezdi, gelse utanırlardı.

Aynı şekilde "Keloğlan Kara Prense Karşı" filminin yapımcıları fragmanda İngilizce ses ve slogan kullanamazlardı. Sinan Çetin "Bay E" filminin jeneriğini tamamen İngilizce yapamazdı. ABD'de çekilen filmlere, kliplere rastlanmazdı.

Başrollerinde Türk karakterleri canlandıran iki yabancı oyuncunun bulunduğu "Bay E" 1994 yapımı. Daha öncesinde Avrupa sanat filmlerinin, daha geride ise Hollywood salon komedilerinin kopyaları var. Hatta daha da tuhafı: Türklerin oynadığı, yazdığı, yönettiği vesternler...

Şizofreni ve kuraklık
Birkaç ay evvel bir sinema filmi senaryosunu düzeltmem istendi. Yazarı Türk'tü tabii ki, hikaye ona aitti ama sanki bir Hollywood senaristinin kaleminden çıkmıştı. Karakterler Amerikalı gibi davranıyor, "Seni lanet olası b.k çuvalı" gibi cümlelerle konuşuyorlardı. Önce okuduklarıma inanmakta, sonra neyin neden düzeltilmesi gerektiğini ilgililere anlatmakta çok zorlandım. Ana karakterlerin bir barda sohbet ettikleri bir sahneden örnek veriyordum ki birisi: "Haklısınız, meyhanede içsinler" dedi, mekanı değiştirmekle sorunu çözemeyeceğimizi, kullanılan öyküleme tekniklerinde, sahne açılış ve kapanışlarında, velhasıl aklınıza gelebilecek her şeyde sorun olduğunu anlatmaya çalıştım.

O senaryoyla çekim hazırlıklarını sürdüren insanlara bunları anlatmanın imkanı zaten yoktu. Elimden geleni yaptım, sonuçta başka öğelerin de etkisiyle filmi yapmaktan vazgeçtiler.

Filmin hikayesi şizofreni hastalığıyla yakından ilgiliydi. Yazar aslen psikiyatristti, yani şizofreni kavramını bizlerden çok daha iyi bilen, ama kültürel şizofreninin etkisinden kurtulamamış bir uzman. Senaryo tekniklerini anlatan birkaç Amerikan kitabı okumuş, bolca film izlemiş, bilgisayarının başına geçmişti.

Başka pek çok senaristin de yaptığı gibi...

Belki sizin de yapmaya çalıştığınız gibi.

Senaryo alanında başarılı ve genelde mutlu olmak istiyorsanız kültürel şizofreninin sizi nasıl etkilediğini incelemelisiniz.

Öncelikle dilinizi etkiliyor. Light sözcüğünü kullanmak "Çocuklar Duymasın" dizisinin senaristine doğal geldiği gibi, size de normal görünebilir, ama değildir. "Sessiz Gece"nin ilk bölümünün senaristinin yaptığı gibi siz de "Yapabileceğin en iyi şey buradan hemen çıkıp gitmektir" türü diyaloglar yazıyor olabilirsiniz.

Bu türden cümlelere "çeviri Türkçesi" deniyor, örneklerine TV dizilerinde, gazetelerde bolca rastlanıyor; İngilizcede çok kullanılan kalıpları aynen dilimize aktarıyorlar. Zaten Harry Potter, Örümcek Adam, Batman gibi kahramanlarla büyümekte olan çocuklarımız çeviri Türkçesi'nin de etkisi altında kalıyorlar.

Eserinizi kendi çocuklarınızın da izleyeceğini dikkate almanız gerekir... Dahası da var: Kullandığınız dil düşünce yapınızı da etkilediği için diliniz hastaysa, düşünceleriniz de sağlıklı olamayacaktır. Kültürel şizofreninin etkilerinden kendinizi koruyamazsanız mutlu olamazsınız.

Hastalığa karşı bağışıklık geliştirmeniz de yetmeyecek, senaryonuzu yapımcı, yönetmen ve oyunculardan korumaya çalışmanız da gerekecek. Uygar Şirin ve ben bunu başaramadık: "Kahraman Pizzacı" adında bir Türk filmi senaryosu yazdık, oysa siz "Karışık Pizza" isimli bir Türk-Amerikan melezi seyrettiniz.

Aradan geçen 10 yılda durumun vehameti daha da arttı, o kadar ki "Eşkıya", "Babam ve Oğlum" gibi bazı istisnai örneklerden "Türk filmi" diye bahseder olduk; sanki diğer yerli filmleri hep Amerikalılar çekiyorlar.

Tabii ki o filmleri belirleyen önemli kararları alanlar da bu ülkenin vatandaşları. Sadece ağır bir etki altındalar.

Çok eleştirilen, hatta alay edilen Yeşilçam dönemini incelerseniz, Milli Sinema, Ulusal Sinema akım ve tartışmalarına da rastlarsınız, en üst noktasına Yılmaz Güney filmleriyle ulaşan toplumsal gerçekçi ürünlere de. Ortak noktaları Hollywood güdümüne karşı çıkmalarıydı.

Artık onlar da yok.

Kültürel şizofreni büyüdü, olgunlaştı, çocuğunu doğurdu: Kuramsal kuraklık.

Şimdi onun büyümesini seyrediyoruz hep birlikte.

Film+, sayı: 11, Şubat 2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder