Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

2 Ekim 2009 Cuma

Filmleri incelemek

Otoriteler tarafından Bergman ya da Bunuel'e kıyasla yeterince değerli bulunmayan Sergio Leone, Alfred Hitchcock gibi ustaların filmleri de eşsiz senaryo dersleri içerir. Örneğin "Sapık"ın dramatik yapısını ya da "Batıda Kan Var"ın öyküleme tekniğini yakından inceleyerek sinema okullarında öğretilmeyen değerli bilgilere ulaşabiliriz.

"Seven-Yedi" filminde David Mills (Brad Pitt) neden tren her geçtiğinde sallanan bir evde oturmaktadır? "Barton Fink"te Charlie'nin (John Goodman) neden kulağı ağrır? "8 mm."de bahçesindeki yaprakları süpürürken gördüğümüz Tom (Nicholas Cage) neden bir sonraki sahnede, aynı işi yol kenarında yapan adama şaşarak bakar?

İzlediği filmlerden çıkardığı soruları sabahlara kadar tartışmak, sinemaseverliğin en zevkli taraflarından biridir ve profesyonel bir sinemacı, özellikle senaryo yazarı olmanın zorunlulukları arasında önde gelir.

İzlediğiniz filmin senaristi, kendisince önemli bir nedenle yaprak süpürmek gibi bir öğeyi senaryosuna dahil etmiş, yönetmen de bu gerekliliği paylaşarak bu unsuru görüntülemiştir. Bu çabaların nedenini anlamak benzeri bir zorluğu çözebilmek için birikim sağlar.

Geçen sayı, "Ne yazacağız?" sorusunu "tür filmi" yanıtıyla sınırlı tutmuş, gişeye yönelik filmleri endüstrinin koşullarının belirlediğinden söz etmiştik. bu sayı bir adım daha ileri gidelim ve ikinci soruya geçelim: "İşe nereden başlayacağız?"

Klasik yanıt burada da geçerli: Film seyrederek. Daha doğrusu filmleri inceleyerek... Polisiye yazacaksanız, bu türün tarihini ve bugünkü durumunu bilmek, özellikle son 15 yılda yapılmış kayda değer örnekleri incelemek zorundasınız. Yoksa, şaheser olduğunu sandığınız senaryonuz, çekilmesi söz konusu olsa bile seyirci tarafından fazla basit bulunur, küçümsenir. Sinema büyü demektir, seyircinin gözünü boyayamayan, saygısını uyandıramayan bir filmin yüksek hasılat yapması mümkün değildir. Gerçi her sanatçı eserinin geniş kitlelerce benimsenmesini ister ama, gişe başarısı sizin için önemli olmayabilir. Bu durumda en azından sinema çevresinin, arkadaşlarınızın ya da eleştirmenlerin görüşüne değer veriyorsunuzdur ve onlar da birer seyircidir.

Türün son örneklerini dikkatle inceleyen, eski yapıtlarla kıyaslayan bir senarist, örneğin Nora Ephron'un romantik komedi türüne ne kazandırdığını öğrenmiş olur. Aynı kulvarda yarışacağına göre, üstünlüğünü kanıtlamış rakibine karşı kimi kozları olmak zorundadır, bunları daha kolayca planlayabilir. Aksi takdirde Ephron'un örneğin "Sleepless in Seattle-Sevginin Bağladıkları" filminde getirdiği yeniliği yinelersiniz, ki bu da en hafifinden tatsız bir durumdur.

Kuşkusuz bu konuda bizim bir avantajımız var, yazacağınız romantik komedi Türkiye'de geçeceği, Türklerin aşkını anlatacağı için zaten farklı olma potansiyeli yüksektir. Ama bu, finalde sonsuza dek mutlu olacaklarını anlayacağımız kızla erkek film boyunca birbirlerini hiç görmezler, gibisinden bir ana motifi yineleyebileceğiniz anlamına gelmez.

Filmlerin incelenmesi doğal olarak konuyla ilgili geniş bir okuma yapmayı da içerir. Genç sinemacılar sinema yazarlarını küçümseme eğilimindedirler, oysa en beğenmediğiniz eleştirmenden bile öğreneceğiniz çok şey olabilir. En azından işleri gereği sizden çok daha fazla film izlemiş olduklarından türlerin konumu hakkında daha geniş bilgiye sahiptirler. Her türlü sinema yazısını, sinemacılarla yapılmış söyleşileri, Tarkovski, Fellini gibi önemli yönetmenlerle ilgili kitapları okuyup edinilen önemli ya da ilginç ve özellikle kafa karıştıran her bilgiyi ciddiye almak, tartışmak gerekir.

Türkiye'de olmanın dezavantajını özellikle usta yönetmenlerin yapıtları hakkındaki inceleme/araştırma yazılarını internetten edinerek gidermeye çalışmak olası. Ancak önemli olan "idrak"tir, bir başkasının örneğin Welles hakkında yazdıklarını, filmlerini izleyerek yeniden değerlendirmek, o görüşü kendi fikri haline getirmek gerekir.

Sinema yazınında yeterince önem verilmeyen popüler sinema ürünlerine de bu çaba içinde geniş yer ayırmakta yarar olacaktır. Uzmanlar şiirle ilgilenen gençlere serbest vezin yazmak arzusundalarsa bile hece vezni çalışmalarını önerirler, bu türün getireceği kısıtlamalarla uğraşmak, sözcük seçimi gibi konularda iyi bir eğitim malzemesidir. Aynı mantıkla, kişisel olarak gişeye yönelik filmler için senaryo yazmaya karşı olan genç senaristler tür filmi çalışması yapmalıdırlar, sinema tarihine adlarını yazdıracak yapıtlara imza atabilmeleri için, giriş, gelişme ve sonuç bölümleri şablonlarla denetlenen bir senaryoda seyirciyi sürükleyebilecek yenilik ve sürprizler yapabilmeleri gerekir.

Ustalığını kanıtlamış William Goldman ("Marathon Man-Maratoncu"), David Mamet ("The Postman Always Rings Twice-Postacı Kapıyı İki Kere Çalar"), Andrew Kevin Walker ("Yedi") gibi Hollywood senaristleri de hemen yalnızca gişe filmleri yazıyorlar, ancak inanın gençlere pekçok şey öğretebilecek kadar geniş donanıma sahiptirler. Aynı biçimde, otoriteler tarafından Bergman ya da Bunuel'e kıyasla yeterince değerli bulunmayan Sergio Leone, Alfred Hitchcock gibi ustaların filmleri de eşsiz senaryo dersleri içerir. Onların filmlerini izleyip neyi neden yaptıklarını anlamaya çalışmak insanı çok geliştirir. Örneğin "Psycho-Sapık"ın dramatik yapısını ya da "Once Upon A Time In The West-Batıda Kan Var"ın öyküleme tekniğini yakından inceleyerek sinema okullarında öğretilmeyen değerli bilgilere ulaşabiliriz.

Tüm bunları yaptığınızı ve ele alacağınız tür hakkında geniş bilgiye sahip olduğunuzu varsayalım, şimdi artık bir adım daha atmaya hazırsınız demektir. İşlemek istediğiniz türe uygun bir soruyla başlamak yararlı olabilir: Polisiye yazacaksanız sizin dedektifiniz nasıl biri olacak? "Lethal Weapon-Cehennem Silahı" filmlerinde Mel Gibson'ın canlandırdığı Martin Riggs'e mi benzeyecek, Danny Glover'ın oynadığı Roger Murtaugh'ya mı? Yoksa sokaktaki adam mı olacak? Karakterin belirlenmesi bir öyküye başlamak için ideal yollardan biridir, Edward Dmytryk'in şu sözünü anımsayalım: "Herkes öykünün öneminden bahsediyor. Oysa karakter daha önemlidir. İyi çizilmiş iki karakteri karşılaştırın, zaten bir öykü çıkar."

Renkli, çekici bir delikanlı ile seyirciyi büyüleyebilecek bir kızı uygun koşullarda karşılaştırırsanız ortalamanın üzerine çıkabilecek bir romantik komedinin kapısını aralamış olursunuz. Hatta bu yolla, getirmek zorunda olduğunuz yeniliklerin bir bölümünü de halledebilirsiniz.

Benzeri bir başka başlangıç sorusu "Macera nasıl bir şey olacak?"tır. Pekçok örneğini izlemiş olduğunuz türden bir macera filmi yazmaya sıvanacağınızı varsayalım, Türkiye'de geçecek bir serüven, işe FBI, CIA ve hatta Ulusal Güvenlik ajanlarının karıştığı bir Hollywood yapımından doğası gereği farklı olacaktır, ama nasıl bir fark? (Sahi, Türkiye'de geçen, Cameron ya da McTiernanvari bir macera nasıl bir temele oturabilir acaba?)

Geçen sayı incelediğimiz bütçe sorunları yüzünden, Hollywood'la onun en güçlü olduğu alanda yarışamayacağımızı bilmek durumundayız, jet uçaklarının gökyüzünü hallaç pamuğu gibi attığı, arabaların parçalandığı, dev binaların havaya uçtuğu macera filmlerini Türk sinema endüstrisi finanse edemez, edildiğini varsayalım, o profesyonellikte ne yönetmen vardır ülkemizde, ne de teknik ekip.

Öyleyse Türkiye'de geçecek bir macera filmi gücünü hemen yalnızca senaryosundan alacak demektir. Senaristi işini iyi bilen, birikimli biri olursa tüm dünyaya satılacak bir macera filmi Türkiye'den de çıkabilir. Bir "True Lies-Gerçek Yalanlar" olamazsa bile örneğin bir "Reservoir Dogs-Rezervuar Köpekleri"... Kuşkusuz senaristin, eseri çekecek yönetmenin macera alanında fazla deneyim edinme şansı bulamadığını ve bunun acısının sette çıkacağını hesaba katması beklenir (Senaristin önemli görevlerinden birini, başta yönetmen olmak üzere ekibin diğer üyelerine nasıl paslar atması gerektiğini ilerleyen yazılarda tartışacağız). Orson Welles'in öyküsünü anımsayalım: "Citizen Kane-Yurttaş Kane"e hazırlanırken hiç sinema deneyimi yoktu. Boş zamanlarını stüdyonun gösterim odasına kapanıp dönemin önemli filmlerini, özellikle John Ford eserlerini inceleyerek geçiriyor, aklına takılan soruları stüdyoda rastladığı uzmanlara soruyordu. Bu yolla (ve tabii ki film çekerek) öğrendikleriyle üstün eserler vermekle kalmadı, sinemaya yeni anlatım biçimleri de kazandırdı.

Öyleyse arzu ederseniz eğer, başka filmlerden yola çıkarak, o senaristlerin yerinde olsak ne tür değişiklikler getireceğimizi tartışabiliriz. İşi biraz kolaylaştırmak için çok bilinen seri filmleri örnek olarak alalım. Örneğin "Indiana Jones"un dördüncü filminin öyküsü size sipariş edilse ne yapardınız? Bu serinin geçmişine yeterince hakim değilseniz "Terminator"ın üçüncüsü ya da "Cehennem Silahı"nın beşincisini de düşünebilirsiniz.

Gelecek ay "Alien Resurrection-Yaratık Diriliş"in senaryosunu inceleyecek, serinin ilk üç filminden farklılıklarını ve seriye getirdiği yenilikleri saptamaya çalışacağız.

Sinema, Sayı: 56, Ekim 1999

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder