Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

23 Ekim 2009 Cuma

"Cadı Kazanı"

Seyircinin ilgisini çekmek için numara yapmayan, içten, metnin söylediklerine hizmet etmeyi yeğleyen, alçakgönüllü, olgun ve kalıcı olacak bir film

Bir grup genç kızın ormanda neşe içinde dans etmelerinde ne kötülük olabilir ki?

Bulunulan tarih ve coğrafyaya göre değişir…

Yalnız köktendinciliğin hüküm sürdüğü 17. yüzyıl ABD’sinde değil, Stalin döneminde SSCB’de, Mussolini İtalya’sında ya da “Mollarşi” yönetimindeki İran’da o genç kızlar grubunun davranışı hoş karşılanmaz. Çünkü baskıcı toplumlarda özgürlük askıya alınır, en masum davranışların altında bile bir şeytani bir yön arama girişimleri değer kazanır.

O yüzdendir ki Arthur Miller’ın ünlü oyunu “Cadı Kazanı” yalnızca McCarthy döneminin bir alegorisi değil, tüm baskı dönemlerine gönderme yapan bir eserdir. Baskıcı yönetim mutlaka kendince bir şeytan yaratır, toplumu bu söylem aracılığıyla cenderede tutar; gerçeklere kulak tıkanır, ihbar değer kazanır; giderek “Büyük Birader”in yerini tüm bir halk alır, sürekli gözetim altında bulunan birey, özgür davranışlarının hesabını vermek zorunda bırakılır.

Böyle bir toplum düzeninde önce iyiler ve onurlular ölür.

Nicholas Hytner’in yönettiği “Cadı Kazanı”nda yalnızca iyiler ve onurlular ölüyor.

Filmin düşündürdükleri arasında şu ilginç nokta da var: Tüm olaylara neden olan Abigail’in asıl derdi eski sevgilisi John’u yeniden kazanmak, asıl düşmanı ise John’un karısı Elizabeth; böylece özgürlükten ve cinsellikten yana olan genç kız, püriten ahlakın simgesi buz gibi bir kadınla, yani yaşayan, bitkisel olanla karşı karşıya geliyor. Ancak toplum sağduyusunu öylesine yitirmiş ki, bu savaşta yönetim başlıca silahı olan dinle muhafazakarlığın değil, özgürlüğün yanında yer alıyor, ahlaksız genç kıza yönelmesi beklenen ölüm cezası, karşıtlarını hedef alıyor.

“The Madness of King George-Kral George’un Deliliği” ile parlak bir çıkış yapan Hytner senaryosu bizzat Arthur Miller’ın kaleminden çıkan filmde son derece çağdaş ve olgun bir reji sergiliyor. Köyün ahvalinin verildiği genel planların, itirafa zorlanan köylülerin, onları yargılayan bağnaz hukuk adamlarının ya da sözde kriz geçiren genç kızların yakın planlarıyla kurgulandığı filmin bütününde seyircinin rahatlıkla sindirebileceği bir anlatım tutturan Hytner yer yer, yaratılan atmosfere hizmet eden reji denemelerine girişmekten de kaçınmıyor. Rahip Hale’in güya uyanamayan kızlardan birini incelediği sahnedeki çok geniş (balık gözü) objektifle çekilmiş planlar, son derece ayrıksı, ahlakçılığın absürde dönüştüğü bir atmosferde yaşanıldığının altını çiziyor. Kimi sahnelerde ise öznel kamera itirafçı kızların gördüklerini savladıkları şeytanların yerini alıyor, seyirciyi bu absürd atmosferin içinde daha derine itiyor. Evde Abigail’in yataktan kalkmasıyla başlayan açılış sekansı genç yönetmenin ne kadar olgun bir sinemacı olduğuna, filmin bütünü ise yaratılmak istenen atmosfere uygun biçimin nasıl bulunabileceğine güzel bir örnek oluşturuyorlar.

Hytner’in en büyük yardımcısı ise çağın en büyük yazarlarından Arthur Miller’ın kaleminden çıkan senaryo. Oyununu ustalıkla sinemaya uyarlayan Miller, temel akışı korurken sinemanın güç ve olanaklarından da yararlanıp olayları köyün içine dağıtmış, böylelikle sahnede gösteremediği kimi alanlara girmeye, örneğin köy halkına daha geniş yer vermeye imkan bulmuş. Bir oyun metni olarak da son derece güçlü olan “Cadı Kazanı” perdede daha bir devleşiyor, Abigail’in mahkemede köşeye sıkışmışken “sarı kuş” masalıyla kurtulduğu, kiliseden koşarak çıkan kızların yaşanan isteriyi tüm köye taşıdıkları, John’un “Tanrı öldü” dediği uzun sekans gibi kimi bölümlerde doruğa çıkıyor. Cadı avının insanların kişisel ve basit çıkarlarıyla ne kadar ilintili olduğunu göstermeyi ihmal etmeyen Miller, hangi türden olursa olsun bağnazlığın bir toplumda onulmaz yaralara nasıl yol açabileceğini de ortaya koyuyor.

Day Lewis, Allen ve Scofield’in unutulmaz oyunculuklar çıkardığı filmde kızlar grubunu canlandıran gençler öne çıkarken Winona Ryder da şimdiye dek ulaştığı en olağanüstü performansla karşımızda. Sonuçta “Cadı Kazanı” seyircinin ilgisini çekmek için numara yapmayan, içten, metnin söylediklerine hizmet etmeyi yeğleyen, alçakgönüllü, olgun ve kalıcı olacak bir film.

Sinema; Sayı: 29, Nisan 1997

The Crucible / Cadı Kazanı
Yönetmen: Nicholas Hytner; Senaryo: Arthur Miller (Aynı adlı kendi oyunundan); Yapımcılar: Robert A. Miller, David Picker; Görüntü yönetmeni: Andrew Dunn; Müzik: George Fenton; Kurgu: Tariq Anwar; Oyuncular: Daniel Day-Lewis (John Proctor), Winona Ryder (Abigail Williams), Paul Scofield (Yargıç Danforth), Joan Allen (Elizabeth Proctor), Rob Campbell (Rahip Hale), Jeffrey Jones (Thomas), Charleyne Woodard (Tituba); 1996 ABD yapımı; 124 dakika; Dağıtımcı firma: Özen Film; Gösterim tarihi: 28 Şubat1997

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder